Hikâye neredeyse tüm Türk çocuklarının kulaklarında çınlar: Hazarfen Ahmet Çelebi, kendi yaptığı kanatlarla Galata Kulesinden atladı, rüzgârı hesapladı, Boğazı geçti, Üsküdara indi. Dönemin padişahı IV. Murat bu cesareti önce ödüllendirdi, sonra korktuğu için Cezayire sürdü. Hikâye bu. Ama biz bir adım geri çekilelim:
Bu gerçekten oldu mu? Yoksa bu hikâye, tarihin üstüne yerleştirilmiş ustaca bir perde mi? Ve eğer bu bir perdeyse, arkasında neyi saklıyor olabilir?
Gerçekten Hazarfen Diye Biri Var mıydı?
Hazarfen Ahmet Çelebi ismi sadece bir yerde geçer: Evliya Çelebinin Seyahatnâme adlı eserinde. Başka hiçbir Osmanlı arşivinde, fermanında, kayıt defterinde, hatta halk hikayelerinde bu isme rastlanmaz. Evliya Çelebi şöyle der:
Galata Kulesinden Üsküdara kadar havada uçtu IV. Murad çok beğenip 100 altın ihsan etti, sonra Bu adam ileride tehlikeli olur diyerek Cezayire sürdü.
Bu ifade dışında, Hazarfenin doğumu, ailesi, ölümü, bilimsel çalışmaları hakkında hiçbir şey yoktur. Ve bu noktada sormamız gereken ilk soru budur:
Nasıl olur da bir insan Boğazı uçarak geçsin ama geriye tek bir satır bırakmasın?
Uçuşun Mümkünlüğü Tartışması
Galata Kulesi ile Üsküdar arası düz çizgide yaklaşık 3.3 kilometredir. Aradaki rüzgâr değişkenliği ve yükselti farklılıkları göz önüne alındığında, 17. yüzyılın ilkel teknoloji ve materyalleriyle bu mesafenin kanatla süzülerek geçilmesi neredeyse imkânsızdır.
Ayrıca fiziksel açıdan bir insanın vücut oranları, o dönemde bilinen hiçbir mekanik hesaplama sistemiyle aerodinamik dengede tutulamazdı. Bu hesaplamaların ancak 19. yüzyılda Avrupada başlamış olması, hikâyeyi daha da şüpheli hale getirir.
Yoksa Bu Hikâye Bilinçli Bir Yönlendirme mi?
İddia | Açıklama | Şaşırtıcı İpucu |
---|---|---|
Evliya Çelebi'nin Zihin Oyunu | Seyahatnâmenin tamamı fanteziyle tarihin iç içe geçtiği bir anlatıdır. Evliyanın anlatımı zaman zaman gerçeküstüdür. Hazarfen hikâyesi, halkı ilimle cesaretlendirmek için yazılmış olabilir. | Evliya aynı eserde Mısırda cinlerin deve güttüğünü de yazar. Bu da metnin her satırının tarihsel belge değil, anlatı olduğuna işaret eder. |
Yönlendirici Ulusal Mit İnşası | 20. yüzyıl başında, Batıya bilimde yetişemeyen Osmanlı bakiyesi toplumlar kendi geçmişlerine alternatif bilim kahramanları yaratmaya başladı. | Hazarfen ismi Cumhuriyetin ilk yıllarında kitaplarda popülerleşir. Ama bu, modernizmi yerli figürle romantize etmenin bir yoludur. |
Unutulmuş Başka Bir Figürün Gölgesi | Aslında Hazarfen, 10. yüzyılda Endülüste yaşayan Abbas bin Firnas'ın hikâyesinden esinlenerek yaratıldı. Bin Firnas, gerçekten ilk uçma denemesini yapmıştı. | Osmanlı'nın Endülüs etkisinden aldığı bazı bilimsel hikâyeler, zamanla yerli kahramanlara uyarlandı. |
Hazarfen Adının Anlamı Bile Hikâyeyi Ele Veriyor
Hazarfen kelimesi, bin ilim bilen anlamına gelir. Ama bu ad bir kişi ismi değil, bir sıfattır. Tıpkı Şeyhülislam ya da Serasker gibi. Tarihte adı Hazarfen olan kimse yoktur. Bu, bir unvan gibi kullanılmıştır. Ama Osmanlıda hiçbir resmi belgede bu unvan geçmez.
Peki Neden Böyle Bir Hikâye Yazılmış Olsun?
Çünkü halkın hayal gücünü ateşlemek, bilimle inancı birleştirmek ve göğe dair umudu yaşatmak için bu tür kahramanlara ihtiyaç vardı. Osmanlıda her şeyin saraydan beklendiği bir çağda, bir bireyin kendi aklıyla göğe ulaşması, kolektif hafıza için bir devrimdi.
Ve aynı zamanda, göğe yükselmenin sadece ruhsal değil, fiziksel bir sembolüydü bu anlatı. Çünkü eğer biri göğe çıkabildiyse, bu halk da bir gün yükselebilirdi. Bu hikâye, göklere uçmak isteyenlerin içindeki kıvılcımı sakince büyüttü.
Gerçek Ne Olursa Olsun, Hazarfen Artık Gerçekliğin Parçası
Belki hiçbir zaman uçmadı. Belki hiç var olmadı. Ama milyonlarca insanın aklında o görüntü var: Geniş kanatlı bir adam, Galata Kulesinin en tepesinde duruyor. Rüzgârı hissediyor. Ve İstanbulun üzerine süzülüyor.
Gerçek bazen gerçekleşen değil, inanılan şeydir. Ve Hazarfen, bu inancın gökyüzüne yazılmış hâlidir.
<p>Hikâye neredeyse tüm Türk çocuklarının kulaklarında çınlar: Hazarfen Ahmet Çelebi, kendi yaptığı kanatlarla Galata Kulesinden atladı, rüzgârı hesapladı, Boğazı geçti, Üsküdara indi. Dönemin padişahı IV. Murat bu cesareti önce ödüllendirdi, sonra korktuğu için Cezayire sürdü. Hikâye bu. Ama biz bir adım geri çekilelim:</p> <p>Bu gerçekten oldu mu? Yoksa bu hikâye, tarihin üstüne yerleştirilmiş ustaca bir perde mi? Ve eğer bu bir perdeyse, arkasında neyi saklıyor olabilir?</p> <h2>Gerçekten Hazarfen Diye Biri Var mıydı?</h2> <p>Hazarfen Ahmet Çelebi ismi sadece bir yerde geçer: Evliya Çelebinin <em>Seyahatnâme</em> adlı eserinde. Başka hiçbir Osmanlı arşivinde, fermanında, kayıt defterinde, hatta halk hikayelerinde bu isme rastlanmaz. Evliya Çelebi şöyle der:</p> <blockquote>Galata Kulesinden Üsküdara kadar havada uçtu IV. Murad çok beğenip 100 altın ihsan etti, sonra Bu adam ileride tehlikeli olur diyerek Cezayire sürdü.</blockquote> <p>Bu ifade dışında, Hazarfenin doğumu, ailesi, ölümü, bilimsel çalışmaları hakkında hiçbir şey yoktur. Ve bu noktada sormamız gereken ilk soru budur:</p> <p><strong>Nasıl olur da bir insan Boğazı uçarak geçsin ama geriye tek bir satır bırakmasın?</strong></p> <h2>Uçuşun Mümkünlüğü Tartışması</h2> <p>Galata Kulesi ile Üsküdar arası düz çizgide yaklaşık 3.3 kilometredir. Aradaki rüzgâr değişkenliği ve yükselti farklılıkları göz önüne alındığında, 17. yüzyılın ilkel teknoloji ve materyalleriyle bu mesafenin kanatla süzülerek geçilmesi neredeyse imkânsızdır.</p> <p>Ayrıca fiziksel açıdan bir insanın vücut oranları, o dönemde bilinen hiçbir mekanik hesaplama sistemiyle aerodinamik dengede tutulamazdı. Bu hesaplamaların ancak 19. yüzyılda Avrupada başlamış olması, hikâyeyi daha da şüpheli hale getirir.</p> <h2>Yoksa Bu Hikâye Bilinçli Bir Yönlendirme mi?</h2> <table border="1" cellpadding="6" cellspacing="0"> <tbody> <tr> <th>İddia</th> <th>Açıklama</th> <th>Şaşırtıcı İpucu</th> </tr> <tr> <td>Evliya Çelebi'nin Zihin Oyunu</td> <td>Seyahatnâmenin tamamı fanteziyle tarihin iç içe geçtiği bir anlatıdır. Evliyanın anlatımı zaman zaman gerçeküstüdür. Hazarfen hikâyesi, halkı ilimle cesaretlendirmek için yazılmış olabilir.</td> <td>Evliya aynı eserde Mısırda cinlerin deve güttüğünü de yazar. Bu da metnin her satırının tarihsel belge değil, anlatı olduğuna işaret eder.</td> </tr> <tr> <td>Yönlendirici Ulusal Mit İnşası</td> <td>20. yüzyıl başında, Batıya bilimde yetişemeyen Osmanlı bakiyesi toplumlar kendi geçmişlerine alternatif bilim kahramanları yaratmaya başladı.</td> <td>Hazarfen ismi Cumhuriyetin ilk yıllarında kitaplarda popülerleşir. Ama bu, modernizmi yerli figürle romantize etmenin bir yoludur.</td> </tr> <tr> <td>Unutulmuş Başka Bir Figürün Gölgesi</td> <td>Aslında Hazarfen, 10. yüzyılda Endülüste yaşayan Abbas bin Firnas'ın hikâyesinden esinlenerek yaratıldı. Bin Firnas, gerçekten ilk uçma denemesini yapmıştı.</td> <td>Osmanlı'nın Endülüs etkisinden aldığı bazı bilimsel hikâyeler, zamanla yerli kahramanlara uyarlandı.</td> </tr> </tbody> </table> <h2>Hazarfen Adının Anlamı Bile Hikâyeyi Ele Veriyor</h2> <p>Hazarfen kelimesi, bin ilim bilen anlamına gelir. Ama bu ad bir kişi ismi değil, bir sıfattır. Tıpkı Şeyhülislam ya da Serasker gibi. Tarihte adı Hazarfen olan kimse yoktur. Bu, bir unvan gibi kullanılmıştır. Ama Osmanlıda hiçbir resmi belgede bu unvan geçmez.</p> <h2>Peki Neden Böyle Bir Hikâye Yazılmış Olsun?</h2> <p>Çünkü halkın hayal gücünü ateşlemek, bilimle inancı birleştirmek ve göğe dair umudu yaşatmak için bu tür kahramanlara ihtiyaç vardı. Osmanlıda her şeyin saraydan beklendiği bir çağda, bir bireyin kendi aklıyla göğe ulaşması, kolektif hafıza için bir devrimdi.</p> <p>Ve aynı zamanda, <em>göğe yükselmenin</em> sadece ruhsal değil, fiziksel bir sembolüydü bu anlatı. Çünkü eğer biri göğe çıkabildiyse, bu halk da bir gün yükselebilirdi. Bu hikâye, göklere uçmak isteyenlerin içindeki kıvılcımı sakince büyüttü.</p> <h2>Gerçek Ne Olursa Olsun, Hazarfen Artık Gerçekliğin Parçası</h2> <p>Belki hiçbir zaman uçmadı. Belki hiç var olmadı. Ama milyonlarca insanın aklında o görüntü var: Geniş kanatlı bir adam, Galata Kulesinin en tepesinde duruyor. Rüzgârı hissediyor. Ve İstanbulun üzerine süzülüyor.</p> <p>Gerçek bazen gerçekleşen değil, <em>inanılan</em> şeydir. Ve Hazarfen, bu inancın gökyüzüne yazılmış hâlidir.</p>