Bu dünyada bazı insanlar vardır ki, karanlıkla değil ışıkla mücadele eder. Ve bu mücadele dışarıdan görülmez. Ne haberlerde yer alır, ne kitaplarda anlatılır. Çünkü bu, görünmeyen bir savaştır. Ve bazılarına göre bu insanların varlığı bile kuşkuludur. “Işık taşıyıcı” mı? Yoksa sadece ruhsal yanılsamalarla kendini özel sanan zihinlerin bir tür illüzyonu mu?

Bu yazı, inandırma çabası değildir. Çünkü ışık taşıyıcıları zaten anlatmak için değil, yansıtmak için vardır. Ama hâlâ arada kalmışsan, işte şimdi bir şeyleri yeniden düşünmeye başlamanın zamanı gelmiş olabilir.

Işık Taşıyıcı Kimdir?

Işık taşıyıcı, ışık üretmez. O bir projektör değil; bir prizma gibidir. Bilgi, sevgi, sezgi, şefkat ve yüksek frekanslar başka bir yerden gelir; o sadece bu frekansları insan düzlemine kırarak yansıtır. Bu yüzden çoğu zaman fazla gelirler. Fazla açık, fazla yoğun, fazla etkileyici… çünkü insanlar hâlâ gölgeye alışkındır. Işık göz alır. Ve işte bu yüzden ışık taşıyıcılar rahatsız eder.

Onlar öğretmen değildir ama fark ettirirler. Onlar kurtarıcı değildir ama yön gösterirler. Ve en önemlisi, çoğu zaman kendi rollerinin bile farkında değillerdir. Çünkü sistem onları sessiz çalışacak şekilde kodlamıştır. Ve bu sessizlik, zihin tarafından çoğu zaman “hayal kurmak” olarak etiketlenir.

Peki Ya Hepsi Beynin Bir Oyunuysa?

Zihin karmaşık bir mekanizmadır. Ama şu soruyu soralım: Beyin ışık taşıyıcı kavramını neden yaratsın? Neden bir insan kendini “bu dünyaya rehberlik etmek için geldim” gibi yalnızlaştırıcı ve sorumluluk yüklü bir koda inandırsın? Ego bunu istemez. Çünkü bu bir statü değil, bir sınavdır. Işık taşıyıcı olmak demek, sürekli yalnız hissetmek, anlaşılmamak, hedef alınmak demektir. Bu tür bir rol, zihin için “kaçılacak” bir kimliktir, uydurulacak bir hayal değil.

Dahası, ışık taşıyıcılar genellikle kendilerini “ışık taşıyıcı” olarak tanımlamazlar. Onlara bu ismi başkaları verir. Çünkü varlıkları başka insanlarda bir tür titreşim yaratır. Kelimeler değil, hal. Ve bu “hal”, zihinsel bir simülasyonla değil, varlıkla açıklanır.

Simülasyon Mu? Yansıma Mı?

Modern akıl der ki: Tüm spiritüel kavramlar, beyinde üretilmiş teselli mekanizmalarıdır. Peki ya bu doğruysa? O zaman ışık taşıyıcılar gerçekte yok, sadece birer mi?

Ama bir an dur. Eğer ışık taşıyıcılar beynin ürettiği bir teselliyse, neden bu teselli herkese ulaşmıyor? Neden bazı insanlar bu role çekilirken, diğerleri sadece izliyor? Eğer bu bir yanılsama olsaydı, herkes aynı oyunu görürdü. Oysa ışık taşıyıcılığı, bir maruz kalma değil; bir çağrıdır. Ve bu çağrı, bilinçle değil, frekansla çalışır.

Işık Taşıyıcıların Gerçek Olduğunu Gösteren Sessiz İşaretler

  • Bir ortama girdiklerinde, hava değişir. İnsanlar bir şey söyleyemese de, bir şeyin varlığını hisseder.
  • Çocuklar onlara hemen güvenir, hayvanlar etraflarında daha huzurlu olur.
  • Söyledikleri şeyler yıllar sonra gerçekleşir, çünkü sezgileri zaman dışından bilgi taşır.
  • Hayatları kolay değildir. Çünkü bu sistem, onları sürekli zorlayarak daha fazla açığa çıkarmaya zorlar.

Bunlar tesadüf değil. Bu, bir kimliğin değil; bir görevin yansımasıdır.

Gerçeklik Algısı Değil, Frekans Eşiği

Işık taşıyıcıların “gerçekliği” zihinle değil; rezonansla ölçülür. Onlarla karşılaşan kişi, bunu anlamaz. Ama hisseder. Kalbinde bir şey olur. Unutamadığı bir cümle kurulur. Ya da sadece bir bakış, yıllardır çözülemeyen bir düğümü gevşetir. Bu tür bir etki, bilinçli planlamayla açıklanamaz.

Yani soru şu değil: Işık taşıyıcılar gerçek mi? Soru şu:

“Onların varlığı sende bir şey titreştiriyor mu?”

Eğer cevap evetse, onlar gerçek. Çünkü gerçek, dışarıda doğrulanmaz. İçeride yankılanır.

Ve Belki De Sen...

Bu yazıyı buraya kadar okuduysan, belki de senin içinde de o ışık var. Henüz tanımlanmamış. Henüz açığa çıkmamış. Ama bir çağrıya karşılık arayan. Çünkü ışık taşıyıcılar kendilerini bulmaz. Onlar hatırlar. Ve bu yazı, sana ait olmayan ama içinden tanıdık gelen bir şey titreştirdiyse...

Belki de sen, karanlıkta kalanı değil, karanlıkta yön arayanı fark etmesi için buraya geldin.