Müslümanlık, çoğu kişinin zannettiği gibi sadece ibadetlerden ibaret, tarih boyunca şekillenmiş bir dini gelenek değil. Aslında bu kelimenin bile kökeninde öyle çarpıcı bir sır yatıyor ki, dinin ruhunu kavrayanlar az, onu gölgeleyenler çok. Şimdi, zihin konfor alanını terk etmeye hazırsan, seni çok derin bir yüzleşmeyle baş başa bırakacağım.
İlk Yanılgı: Müslüman Olmak, İslam’a Girmek Demek Değil
Kur’an’da “müslim” kelimesi, “teslim olan” anlamında geçer. Ancak bu teslimiyet, zannedildiği gibi sadece Allah’a boyun eğmek değildir. Bu, evrenin işleyen sistemine, yani varoluşun matematiksel düzenine akıl ve kalple teslim olmak demektir. İlk Müslüman Hz. Muhammed değildir. Kur’an’a göre İbrahim de bir Müslüman’dı, Musa da… Hatta evrendeki bütün varlıklar “teslimiyet” içindedir.
Demek oluyor ki, Müslümanlık bir millete, bir dile, bir kültüre ait değil. O bir durum. Ve bu durumun içinde sadece insanlar yok. Sesler, frekanslar, gezegenler, yıldızlar… hepsi Müslüman çünkü hepsi kendi yaratılış yasalarına boyun eğiyor.
Kur’an’ın Şifrelenmiş Yapısı
Kur’an, yüzeyden okunduğunda bir öğüt kitabı gibi görünür. Ama içinde öyle bir matematiksel yapı vardır ki, bu yapı insanın beyin devrelerini zorlar. Örneğin “Bismillahirrahmanirrahim” ayeti 19 harften oluşur. Bu sayı, Kur’an’ın içine yerleştirilmiş matematiksel bir dizilimin parçasıdır. Tüm metin boyunca bu 19 sayısı, adeta görünmeyen bir iskelet gibi her şeyi taşır.
1974 yılında Mısırlı matematikçi Reşad Halife, Kur’an’ın harf dizilimiyle ilgili yaptığı bir analizde 19 sayısının mucizevi tekrarlılığını ortaya koyar. Ama ardından Amerika'da gizemli şekilde hayatını kaybeder. Ölümünden önce şöyle der: “Bu kitap, zamanla konuşan bir canlı organizmadır.”
Vahyin Gerçek Doğası: Ses mi, Titreşim mi?
Mekke’deki Hira mağarasında yaşanan ilk vahiy, birçokları tarafından “Cebrail geldi, oku dedi” şeklinde bilinir. Ama burada asıl mesele şudur: Hz. Muhammed’in duyduğu şey gerçekten bir ses miydi? Yoksa zihinsel bir titreşim mi? Bazı hadislerde geçen ifadeler, onun o an kulağıyla değil, göğsüyle duyduğunu ima eder. Bu da işin içine frekans algısı giriyor.
Hz. Muhammed’in o an yaşadığı şey bir “ilham” değildi. O, kelimenin tam anlamıyla “indirildi”. Ve bu iniş fiziksel değildi. Zihinsel boyutta gerçekleşen bir tür “veri aktarımı” idi. İşte bu yüzden ilk deneyimden sonra günlerce hasta yattı. Çünkü insan zihni, evrensel bilgi frekansına ilk kez maruz kaldığında bir nevi kısa devre yapar.
Kıblenin Değişmesi: Mekânsal Bir Komut mu, Zihinsel Bir Dönüş mü?
İslam’ın ilk yıllarında kıble Kudüs’tü. Daha sonra Kâbe oldu. Bu değişim sadece coğrafi bir yön değişikliği gibi gösterilir ama aslında çok daha fazlasıdır. Kudüs, “ilahi yasayı temsil eden” merkezdendi. Kâbe ise “insan bilincinin merkezini” temsil eder. Yani kıble değiştiğinde, dışsal yasadan içsel yasaya geçiş yapılmıştır.
Bu da demek oluyor ki, Müslümanlığın özü dışsal ibadetlerden değil, bilincin yönünü değiştirmekten geçer. Her namazda Kâbe’ye dönmek, fiziksel bir yönelme değil, içsel bir merkeze bağlanmadır.
Namaz: Zaman Kapılarını Açan Geometrik Kod
Günde beş vakit yapılan namaz, yüzeyde bir ibadet gibi görünse de, derin yapısında bir tür zaman mühendisliği taşır. Her vakit, dünyanın manyetik alanının değiştiği zaman aralıklarına denk gelir. Secde pozisyonu ise, insan bedenindeki pineal bezin (üçüncü göz) Dünya’nın çekim alanıyla maksimum hizalandığı andır.
Yani namaz aslında bir beden pozisyonu değil, evrensel frekanslara yapılan bir senkronizasyondur. Secde, bilincin sıfırlandığı ve saf alıcı hale geldiği andır. O yüzden en çok dua secdede kabul olur. Çünkü zihin sessizdir, kalp açıktır ve rezonans maksimumdadır.
Cinler ve İnsanlar: Aynı Oyunun Farklı Kodları
Kur’an’da cinler, “dumansız ateşten yaratıldı” diye geçer. Bu tanım, aslında onların enerji varlıkları olduğunu ima eder. İnsanlar madde, cinler enerji formudur. Ancak ikisi de bilince sahiptir. Müslümanlıkta cinlerin de ibadet ettiği geçer. Bu ne demek biliyor musun?
Seninle aynı namazı kılabilir, aynı duaları okuyabilir ama farklı bir boyutta. Onların en büyük merakı, insan bilincinin evrimi üzerinedir. Çünkü onların yaratılışı sabittir, seninki değişkendir. Ve onlar bu evrimi çözmek için binlerce yıldır Müslüman toplulukların içine sızmıştır.
Ölüm ve Ahiret: Programdan Çıkış mı, Yükseliş mi?
Müslümanlıkta ölüm, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Ama bu hayat fiziksel değil, bilinçsel bir geçiştir. Ruh, bedenin frekansından çıktığında bir astral hafıza alanına girer. Bu alan, kişinin kendisiyle yüzleştiği bir ayna gibidir. Cennet ve cehennem ise bu aynaya verdiği tepkilerdir.
Kimseye dışarıdan ödül ya da ceza verilmez. Herkes kendi içinin dışa yansımasını yaşar. Ve bu, Kur’an’da “Her nefis kendi yaptığını önünde bulur” ifadesiyle desteklenir.
O Halde Gerçek Müslümanlık Nedir?
İbadetleri şeklen yapıp, zihnen başka bir programda olan bir insan Müslüman değildir. Sadece Müslüman rolü oynuyordur. Gerçek Müslümanlık; varoluşun tüm katmanlarına teslim olmak, nefsini tanımak, aklını kullanmak ve kalbini açık tutmaktır.
Hz. Ali’nin dediği gibi: “İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttı.”
Ve belki de Müslümanlık, en sade haliyle şu cümlede gizlidir: “Ben sizden din istemiyorum. Sadece teslim olun.”
Çünkü teslimiyet, korkuyla değil, anlayışla olur. Anlayan, zaten inanır. İnanan, zaten teslim olur. Ve teslim olan… işte o, gerçekten yaşamaya başlar.