Sabah güneş doğar. Kuşlar öter. İnsanlar gülümser. Ve biri çıkar: “Dünya ne güzel yer!”

Oysa aynı gün, Afrika’da bir çocuk susuzluktan ölür. Amazon’da bir ağaç devrilir. Bir virüs yeni bir evrim geçirir. Bir tür yok olur. Bir diğeri, diğerini parçalayarak beslenir. İnsan, insanı öldürür. Tüm bunların üzerine biri hâlâ çıkıp “kusursuz yaratılmış dünya” der. Ve işte o an, perde iner, tiyatro başlar.

Dünya Bir Sanat Eseri mi, Yoksa Kusursuz Bir Kaza mı?

Yüzyıllardır insanlar dünyanın olağanüstü bir dengeyle yaratıldığını, mükemmel işlediğini, hayranlık uyandırıcı bir sistem olduğunu söyler. Ama dikkat: Bu hayranlık sistemin güzelliğine değil, karmaşasına karşıdır. Çünkü dünya, mükemmel olduğu için değil, hâlâ ayakta olduğu için mucizevidir.

Çünkü bir sistem düşün: Herkes birbirini yer. Virüsler hücreleri parçalar. Büyük olan küçüğü boğar. Mikroplar yaşamın her yerine sızar. Ama yine de sabah olur. Güneş doğar. Ne garip bir ironi: Yok ederek devam eden bir sistemde yaşam sürüyor.

Allah Kusursuz Dedi mi?

Hayır. Hiçbir kutsal metinde "dünya kusursuzdur" demez. Aksine dünya, geçici bir sınav, aldanış, oyun olarak tanımlanır. “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” der bazı ayetler. Zira burada kusur vardır. Ölüm vardır. Hata vardır. Ve hata varsa, bu yer mükemmel değildir.

Yani sorun şurada başlar: Tanrı bile bu dünya için "kusursuz" demezken, neden insan onun adına bunu söylemeye çalışır?

Kusur İçinde Güzelliğe Tapmak: Psikolojik Bir Savunma

İnsan beyni, kaosu anlamlandıramazsa deliliğe düşer. Bu yüzden düzenli sandığı sistemler yaratır. Bir çiçeğin simetrisine, bir göl manzarasına, bir bebek gülümsemesine bakar ve şöyle der: "Her şeyin bir anlamı var."

Halbuki bir çiçek sadece ışığa tepki veriyor olabilir. Göl sadece alçakta kalmış bir çukurdur. Bebek sadece gaz çıkarıyordur. Ama insan, o an bir anlam yüklemezse boşlukta kalır. Ve boşluk, insan aklı için ölümcül bir duygudur.

Bu yüzden her şeyi güzelleştirmeye çalışır. Gerçek olmasa bile.

Gerçeklik Tablosu: Dünya Hakkında Bilinmeyenler

Durum Gerçek Yaygın İnanç
Dünya sistemi Canlılar birbirini yok ederek hayatta kalır Dünya bir denge içindedir
İnsan doğası Yok etme, sahip olma üzerine kuruludur İnsan sevgi dolu bir varlıktır
Doğal felaketler Rastlantısaldır, gelişigüzel olur Tanrısal bir mesaj taşır
Evrenin tutarlılığı Kaotik ve entropik Mükemmel düzen içinde işliyor

Güzellik, Gerçeklikten Kaçış mı?

Biz dünyayı sevdikçe ona kusur yüklememeye çalışırız. Bir mikrop milyar insanı öldürse bile, hâlâ deriz ki: “Doğanın bir dengesi var.” Bir tsunami binlerce hayatı alırken, gazetelerde “doğal sürecin parçası” yazar. Oysa “doğal” olan şey her zaman “iyi” değildir.

İnsanoğlunun hatası işte burada başlar: “Olduysa güzeldir” zannı. Oysa belki de dünya, bir çöküşün içinde doğan anlık bir kesittir.

Hayranlık mı, Stockholm Sendromu mu?

Dünya bizi yaşatır ama aynı zamanda öldürür. Soluduğumuz hava hayat verirken, içtiğimiz su zehir taşıyabilir. Güneş bizi ısıtırken, cildimizi de yakar. Sevdiğimiz her şey aynı zamanda risk barındırır.

Bu durumun adı “Stockholm Sendromu” değilse nedir? Bize zarar veren şeye hayran olmak, onu yüceltmek, onun için şiirler yazmak… Belki de biz, hayatta kalabilmek için dünyayı güzel zannetmek zorundayız.

Ve En Derin Gerçek:

Dünya belki de güzel olduğu için değil; biz başka bir alternatif bilmediğimiz için güzel görünüyor. Çünkü bu gezegenden başka bir yer görmedik. Belki de uzaktan bakanlar için burası cehennemdir. Belki de tanrılar aramızda dolaşsa, şöyle derdi:

“Burası mı güzel? Siz burada yaşıyorsunuz çünkü kaçamıyorsunuz.”

Genelleme Yerine Bir İtiraf

Belki de dünya ne güzel, ne çirkin. Ne kusursuz, ne rezil. Belki de dünya sadece… işliyor. Dönüyor. Ve biz, bu rastlantısal düzene anlam uydurarak, dayanmayı öğreniyoruz.

Ve belki, bir gün gerçekten güzel bir yerle tanıştığımızda, şu anki hayranlıklarımızın sadece birer akıl savunması olduğunu anlayacağız.