Bir insan sabah uyanır, kahvesini içer, telefonuna bakar, sonra garajdaki arabasına yürür. Kontağı çevirir. Motor çalışır. Ve o an... sadece bir yere gitmiyordur. Bir şeye dönüşüyordur.
Çünkü otomobil sadece bir ulaşım aracı değildir. Modern çağın taşınabilir kimliğidir.
Sorunun kendisi bile iç içe geçmiş bir yalan olabilir
“Ulaşım mı, statü mü?”
Aslında ikisi de değil. Daha fazlası. Daha azı. Daha kirli bir şey.
Otomobil, bir dönemin atıydı. Sonra bir dönemin özgürlüğü oldu. Şimdi ise çoğu zaman rasyonel bir ihtiyaçtan çok, bastırılmış bir kimlik arayışı.
İnsanlar çoğu zaman bir yerden bir yere gitmek için değil, bir sınıfa ait olduklarını göstermek için otomobil sahibi olmak isterler.
Rahat mı arıyoruz, yoksa görünürlük mü?
Düşünsene, aynı kişi aynı paraya otobüse binse “ekonomik” olur, ama aynı kişi aynı parayı arabasına yakıt olarak verince “prestij” olur. Neden? Çünkü biri seni görünmez kılar, diğeri görünür. Arabayla dışardasın. Fark ediliyorsun. Etiket taşıyorsun. Camdan bir akvaryumun içinde kendini pazarlıyorsun.
Araban markandır. Segmentin statündür. Plakan bölgesel ideolojindir. Modifiye miktarın asi ruhundur. Oto kokun bile sosyal kimliğindir.
Gerçekten sen mi sürüyorsun?
Arabanı mı sürüyorsun, yoksa araban seni mi sürüklüyor?
Çünkü arabaya sahip olduktan sonra başlar: Sürekli daha iyi bir model isteği. Sürekli daha büyük jant. Daha parlak boya. Daha yüksek motor. Daha çok beğeni. “Bak, bu benim!” der gibi her ışıkta bekleyiş.
Ulaşmak artık önemsizdir. Nasıl göründüğün daha önemlidir.
Kaportadan özgüven, egzozdan karakter sızdırıyoruz
Aslında çoğu zaman arabamız, bizim terapistimizdir. Sessizce özgüvensizliğimizi örter. Trafikte yüksek sesle müzik açmak, arkadaki adamı aynadan süzmek, yanında duran arabanın sürücüsüne “ben kimim biliyor musun?” der gibi bakmak...
Bunlar ulaşım değil. Bunlar varlık çırpınışları.
Şehirler insan değil, arabalar için tasarlandı
Park edecek yer yok, trafik bitmiyor, yakıt fiyatları uçmuş, ama yine de “arabasız yaşanmaz” deniyor. Çünkü şehir planlamaları bile artık araba merkezli insanın tapınağına dönüşmüş durumda.
İnsan yürümez, sürünür. Kaldırım küçülür, otoyol genişler. Birey azalır, sürü çoğalır.
Otomobil bir meta mı, yoksa modern çağın kutsalı mı?
Araba bir ihtiyaç olmaktan çoktan çıktı. Artık bir tapınak nesnesi. Herkes ona sahip olmak istiyor. Sahip olanlar daha iyi bir versiyonuna geçmek istiyor. Geçenler ise onu sosyal medya vitrinine koymak istiyor.
Yani araba artık bir taşıma aracı değil, bir taşıyıcı araç. Kimliğini, sınıfını, gücünü, hatta duygularını taşıyor.
Peki ya ulaşım?
Unutuldu. Ulaşmak bir zamanlar bir ihtiyaçtı. Şimdi “nasıl ulaştığın” daha değerli. Bisikletle gitmek çevre dostu ama görünmez. Lüks araçla gitmek yakıt dostu değil ama ego dostu.
Ve biz bu döngüde... motorun sesine kendi kalp atışlarımızı susturuyoruz.
Belki de arabaya değil, yolculuğa ihtiyacımız vardı
Otomobil... belki de sadece bir araçtı. Ama biz onu amaç haline getirdik. Kendi içimizdeki boşluğu, bagaj hacmine yükledik. Ruhu değil motoru büyüttük.
O yüzden bu soru artık geçerli değil:
“Otomobil sahibi olmak ulaşım mı, statü mü?”
Çünkü cevap şu:
Otomobil, artık sadece bizden kaçış biçimimizdir.