Perde açılır. Sahne boştur. Bir adam durur ortada. Dudakları kıpırdamaz ama gözlerinde bir kavga vardır. İçinden konuşur. Sessizce. Sadece kendisinin duyabildiği bir dille. Çünkü dışı mühürlüdür.

İnsanlar... içinden konuşur ama dışından susar. Çünkü dış, tehlikelidir. İç, güvenlidir. Bu kadar basit. Ama bu kadar karanlık.

İç sesin yankısı, dış dünyanın korkusuna çarpar

İçeride herkes cesurdur. Birine "seni seviyorum" demek kolaydır mesela. Ya da "sana kırıldım" demek. İçeride haykırırsın, dışarıda yutkunursun. Çünkü dış dünya, geri dönüşsüzdür. İçinde kalan şey kontrol altındadır. Dışa çıkan şey... artık senin değildir.

Susmak, bazen bir savunmadır. Bazen de ceza. İnsanlar çoğu zaman kelimeleri tutar çünkü kelimeler bir kez serbest kalırsa, ya kırar, ya kırılır.

Çünkü kelimelerin bedeli vardır

İçinde tuttuğun her cümle, aslında bir çatışmadır. “Söylesem ne olur?” ile “Söylemesem ne kalır?” arasındaki belirsizlik, insanı boğazında düğümler. İşte bu yüzden insanlar konuşmaz. İçten içe konuşur ama dudakları kıpırdamaz. Çünkü bilirsin:

  • Bir gerçeği söylersen, ilişkiler yıkılır.
  • Bir hayranlığını söylersen, zayıf görünürsün.
  • Bir öfkeni açarsan, karşılık alamayabilirsin.

Ve en kötüsü… anlaşılmayabilirsin.

Susmak, çoğu zaman anlamayı ummamaktır

İçinde konuşmak kolaydır. Çünkü yargılanmazsın. Ama dış dünya... ellerinde terazilerle bekler. Her kelimen ölçülür, biçilir, yorumlanır. Bu yüzden insanlar içinden konuşur ama dışından susar. Çünkü dışarısı, sözün mezarlığı olabilir.

Kaç kez içinden “özür dilerim” dedin ama dışarıda dudakların sustu?
Kaç kez “gitme” demek istedin ama cümle kursağında kaldı?
Kaç kez “beni anla” dedin ama sadece bir tebessümle geçiştirdin?

İç sesin gerçekliğinden korkar insanlar. Çünkü iç ses... filtresizdir.

Çocukken konuşurduk… büyüyünce sustuk

Çünkü çocukken dünyayı öğreniyorduk. Büyüyünce dünyadan korunmaya başladık. Kelimelerimizi incelttik. Filtreledik. “Doğru zaman değil.” dedik. “Bunu söylemeye hakkım yok.” dedik. En çok da şu cümleyle sustuk:

“Ne gerek var şimdi bunu söylemeye?”

İşte o "gerek yok"lar birikti. Koca bir duvar oldu. Ve biz, o duvarın arkasında içimizden konuşan hayaletlere dönüştük.

İçindeki çığlık, dışarıda fısıltıya dönüşür

Çünkü insan, başkalarının gözünde bir rol oynamakla, kendi içindeki gerçeği savunmak arasında sıkışır. Her "söylemek istiyorum" duygusunun karşısına bir "ama" dikilir.

"Ama yanlış anlar..."
"Ama kırılır..."
"Ama küçümser..."
"Ama sonra ne olur bilmiyorum..."

İşte o bilinmeyen, suskunluğun kaynağıdır.

Ve en sonunda…

İnsanlar içinden romanlar yazar, ama dışarıda not bırakmaz.
İçinden mektuplar atar, ama postaya vermez.
İçinden bağırır: "Ben buradayım!"
Ama dışarıda sadece gözlerini kaçırır.

Çünkü iç, güvenlidir. Dış... kesindir.

Ve belki de en trajik olanı şudur: İnsanlar içinden konuşarak yaşar, dışından susarak ölür.