Bir adam... Sabah altıda uyanıyor. On yıl boyunca her gün aynı saatte kalkıyor, aynı yoldan işe gidiyor. Bir gün, sonunda kendi işini kuruyor. Birkaç yıl sonra gazetelerde “” olarak anlatılıyor. Alkışlanıyor. Röportajlar yapılıyor. Ve insanlar düşünüyor: "Ne kadar da ilham verici..."

Gerçekten mi?

Peki ya bu hikâyenin görünmeyen satır araları? Herkesin gözünden kaçan ama adamın iç dünyasında yankılanan o sesler? Hiç sorulmayan o sorular:

  • Karısı on yıl boyunca yalnız mıydı?
  • Çocukları onu sadece fotoğraflardan mı tanıdı?
  • Sabah altıda kalkarken, bedenini mi yok saydı, ruhunu mu?

Başarı nedir? Peki ya başarının bedeli? Kim biçiyor bu başarıyı, kim onaylıyor?

Sahne Arkasındaki Sessizlik

“Başarı hikayesi” dediğimiz şey aslında, toplumun onayladığı trajedilerin ödüllendirilmiş versiyonudur. Evet, trajedi. Çünkü çoğu başarı hikayesinin özünde feda edilen bir şey yatar. Ama anlatılmaz. Kamera arkasındaki yorgunluklar, yalnızlıklar, duygusal çöküşler kesilir. Geride kalan sadece parlatılmış bir öyküdür. Yani bir reklam kampanyası.

Hikâyenin sahibi kişi değil artık, toplumdur. Hikâye onun istediği gibi anlatılır, onun istediği gibi alkışlanır.

Kimsenin Hikâyesi, Herkesin Yalanı

Başarı, artık bir kişisel zafer değil. Toplumsal bir kurgu. Herkesin içinde olmak istediği ama kimsenin yazmadığı bir tiyatro metni. Birinin hikâyesi gibi başlar ama binlerce kişiyi aynı yolda yürütmek için kullanılır. Çünkü bir başarı hikâyesi, başkalarının başarısızlık korkusunu bastırmak için vardır çoğu zaman.

Görün bak, o yaptıysa sen de yaparsın! Hayır, yapmazsın. Çünkü sen o değilsin. O hikâyeye ait olmayan bir hayatın içinde, onun senaryosunu oynamaya çalışırsın. Ve sonra da “yetersiz” hissedersin.

İnşa Edilmiş Kahramanlar

Medya, reklamlar, motivasyon konuşmaları... Her yerde "ilham verici" adamlar. Herkesin idolü olan kadınlar. Ama gerçeklik? Çoğu zaman bir kurgu ekibinin elinden çıkma. İdealize edilmiş, cilalanmış, yontulmuş... Hikâyenin duygusu değil, pazarlanabilirliği önemlidir.

“Bir garajda başladı, şimdi milyarder.”

Ama o garajda onunla birlikte başlayan 1.000 kişi daha vardı, sadece biri seçildi. Diğerleri unutuldu. Çünkü hikâyeyi tek bir kişi taşımalıydı. Kahraman, ancak yalnızsa ikonik olur.

Başarının Sahibi Kim?

Gerçekten... Bu hikâyelerin sahibi kim? Çoğu zaman hikâyeyi anlatan kişi değildir. Ona ait olmayan kalıplara sıkıştırılmış, kendi bile yabancılaştığı bir anlatıya dönüşür. Çocukken rüyasında gökyüzünde uçtuğunu gören bir insan, büyüyünce gökdelen inşa ettiğinde “başardı” sayılır. Ama gerçekten başardı mı?

Başarı, belki de dışarıdan ölçülen en içsel illüzyondur. Bir yarışta ne kadar koştuğundan çok, kimlerin seni alkışladığına göre değerlendirilir. Ve sen, alkışlara bağımlı hale geldiğinde... O artık senin hikâyen değildir.

Alternatif Bir Hikâye Mümkün mü?

Ya başarının ölçüsü; ne kadar kazandığın değil, ne kadar kaybettiğinde hala kim olduğunu hatırlayabildiğin şeyse?

Ya da başarı; herkesin alkışladığı bir sahnede değil, kimsenin görmediği bir köşede kendi iç savaşını kazandığın an ise?

Belki de gerçek başarı hikâyeleri anlatılmaz. Çünkü içlerinde fazla çıplaklık, fazla çöküş, fazla sessizlik vardır. Gösterilmeye uygun değildir. Bu yüzden başarı hikayesi denilen şey çoğunlukla bir hayal pazarlamasıdır.

Sonuçta başarı, senin olmaktan çıktığı anda alkış alır. Çünkü kimse gerçeği duymak istemez. Herkes bir mucize ister. Ama mucize, çoğu zaman bir trajedinin makyajlı versiyonudur.

Ve işin en acı kısmı şu: O hikâye senin olmayabilir. Ama sen o hikâyeye inandığında... Artık sen de onun bir parçasısın.

<p>Bir adam... Sabah altıda uyanıyor. On yıl boyunca her gün aynı saatte kalkıyor, aynı yoldan işe gidiyor. Bir gün, sonunda kendi işini kuruyor. Birkaç yıl sonra gazetelerde “” olarak anlatılıyor. Alkışlanıyor. Röportajlar yapılıyor. Ve insanlar düşünüyor: "Ne kadar da ilham verici..."</p> <p>Gerçekten mi?</p> <p>Peki ya bu hikâyenin görünmeyen satır araları? Herkesin gözünden kaçan ama adamın iç dünyasında yankılanan o sesler? Hiç sorulmayan o sorular:</p> <ul> <li>Karısı on yıl boyunca yalnız mıydı?</li> <li>Çocukları onu sadece fotoğraflardan mı tanıdı?</li> <li>Sabah altıda kalkarken, bedenini mi yok saydı, ruhunu mu?</li> </ul> <p>Başarı nedir? Peki ya başarının bedeli? Kim biçiyor bu başarıyı, kim onaylıyor?</p> <h2>Sahne Arkasındaki Sessizlik</h2> <p>“Başarı hikayesi” dediğimiz şey aslında, <strong>toplumun onayladığı trajedilerin ödüllendirilmiş versiyonudur</strong>. Evet, trajedi. Çünkü çoğu başarı hikayesinin özünde <em>feda edilen bir şey</em> yatar. Ama anlatılmaz. Kamera arkasındaki yorgunluklar, yalnızlıklar, duygusal çöküşler kesilir. Geride kalan sadece parlatılmış bir öyküdür. Yani bir reklam kampanyası.</p> <p>Hikâyenin sahibi kişi değil artık, toplumdur. Hikâye onun istediği gibi anlatılır, onun istediği gibi alkışlanır.</p> <h2>Kimsenin Hikâyesi, Herkesin Yalanı</h2> <p>Başarı, artık bir kişisel zafer değil. Toplumsal bir kurgu. Herkesin içinde olmak istediği ama kimsenin yazmadığı bir tiyatro metni. Birinin hikâyesi gibi başlar ama binlerce kişiyi aynı yolda yürütmek için kullanılır. Çünkü bir başarı hikâyesi, <strong>başkalarının başarısızlık korkusunu bastırmak için</strong> vardır çoğu zaman.</p> <p>Görün bak, o yaptıysa sen de yaparsın! Hayır, yapmazsın. Çünkü sen o değilsin. O hikâyeye ait olmayan bir hayatın içinde, onun senaryosunu oynamaya çalışırsın. Ve sonra da “yetersiz” hissedersin.</p> <h2>İnşa Edilmiş Kahramanlar</h2> <p>Medya, reklamlar, motivasyon konuşmaları... Her yerde "ilham verici" adamlar. Herkesin idolü olan kadınlar. Ama gerçeklik? Çoğu zaman <em>bir kurgu ekibinin elinden çıkma</em>. İdealize edilmiş, cilalanmış, yontulmuş... Hikâyenin duygusu değil, <strong>pazarlanabilirliği</strong> önemlidir.</p> <p>“Bir garajda başladı, şimdi milyarder.”</p> <p>Ama o garajda onunla birlikte başlayan 1.000 kişi daha vardı, sadece biri seçildi. Diğerleri unutuldu. Çünkü hikâyeyi tek bir kişi taşımalıydı. Kahraman, ancak yalnızsa ikonik olur.</p> <h2>Başarının Sahibi Kim?</h2> <p>Gerçekten... Bu hikâyelerin sahibi kim? Çoğu zaman hikâyeyi anlatan kişi değildir. Ona ait olmayan kalıplara sıkıştırılmış, kendi bile yabancılaştığı bir anlatıya dönüşür. Çocukken rüyasında gökyüzünde uçtuğunu gören bir insan, büyüyünce gökdelen inşa ettiğinde “başardı” sayılır. Ama gerçekten başardı mı?</p> <p>Başarı, belki de dışarıdan ölçülen en içsel illüzyondur. Bir yarışta ne kadar koştuğundan çok, kimlerin seni alkışladığına göre değerlendirilir. Ve sen, alkışlara bağımlı hale geldiğinde... O artık senin hikâyen değildir.</p> <h2>Alternatif Bir Hikâye Mümkün mü?</h2> <p>Ya başarının ölçüsü; <em>ne kadar kazandığın değil, ne kadar kaybettiğinde hala kim olduğunu hatırlayabildiğin</em> şeyse?</p> <p>Ya da başarı; <em>herkesin alkışladığı bir sahnede değil, kimsenin görmediği bir köşede kendi iç savaşını kazandığın</em> an ise?</p> <p>Belki de gerçek başarı hikâyeleri anlatılmaz. Çünkü içlerinde fazla çıplaklık, fazla çöküş, fazla sessizlik vardır. Gösterilmeye uygun değildir. Bu yüzden başarı hikayesi denilen şey çoğunlukla <strong>bir hayal pazarlamasıdır</strong>.</p> <p>Sonuçta başarı, senin olmaktan çıktığı anda alkış alır. Çünkü kimse gerçeği duymak istemez. Herkes bir mucize ister. Ama mucize, çoğu zaman bir trajedinin makyajlı versiyonudur.</p> <p>Ve işin en acı kısmı şu: O hikâye senin olmayabilir. Ama sen o hikâyeye inandığında... Artık sen de onun bir parçasısın.</p>