Bir takvim yaprağında yazıyor: “Ramazan Bayramı”. Üç gün. Resmî tatil. Herkesin bildiği, kimsenin tam olarak hatırlamadığı bir anlam. Bir zamanlar çocuklar sabah ezanıyla uyanır, ellerini göğsünde birleştirip büyüklerin ellerini öper, şeker torbalarıyla sokakta yarışa çıkardı. Bugün... alarm sessiz. Telefon açılmaz, mesaj bile gerekmez. Bayram, evde dizi izleyip akşam AVM’ye gitmek demek artık. Peki bu değişim nasıl oldu? Ramazan Bayramı bir kutlama mı hâlâ, yoksa modern dünyanın içinde görünmezliğe terk edilmiş bir eski alışkanlık mı?

Ramazan: Açlıkla Değil, Açıklıkla Gelen Bir Ay

Ramazan, sadece oruç ayı değil. Bir içe dönüş, bir suskunluk, bir arınma mevsimi. Kişi aç kalırken aslında içindeki boşluğu fark eder. Saatlerce beklerken neyin kıymetli olduğunu hatırlar. Ve o derin bekleyişin sonunda gelen bayram: Bir tamamlanma duygusudur. Bir bağışlanma, affetme, birlikte olma çağrısıdır. Ama biz bugün neyi kutluyoruz? Orucun bitmesini mi? Karnımızı doyurmayı mı? Yoksa üç günlük tatilde şehirden kaçabilmeyi mi?

Bayramda Tatile Kaçmak: Toplumsal Unutuşun Fotoğrafı

Artık bayram öncesi yapılan ilk plan: “Nereye gitsek?” Oteller dolar. Köprüler kilit. Uçak biletleri yok satar. Ama garip olan şu: Kimse bayramda “kimi göreceğiz?” diye sormaz. Aile ziyaretleri ertelenir, bazen tamamen unutulur. Büyüklerin evleri sessizleşir. Çocuklar artık şeker yerine ekranlara uzanır. Ve biz bu kaçışı “modernleşme” sanırız. Oysa bu, kolektif bir hafıza kaybıdır. Birlikte olmanın yerini bireysel konfor almıştır. Bayram, kişisel bir kaçış gününe dönüşmüştür.

Bayram Var Ama Yok: Sessiz Çığlıklar ve Soğuyan Gelenekler

Televizyonda bayram reklamları dönerken… bir odada yalnız yaşayan bir yaşlı kadın sessizce oturur. Kapısı çalmaz. Telefonu suskundur. Çünkü kimse gerçekten bayramı kutlamaz; sadece “kutlandı varsayar.” Mahallede çocuk sesleri yok. Kapı zilleri çalmaz. Eskiden “Bayramınız mübarek olsun” diyerek tokalaşan insanlar, şimdi story paylaşmakla yetinir. Gerçekte kutlanan bir şey kalmamıştır. Kutlama yerine gelen şey: göz ardı etme. Sanki bayram bir angarya gibi görülür. Hatırlanması gereken bir görev. Bir alışkanlık. Ama ruhu olmayan bir tören.

Ramazan Bayramı Kutlanmaz, Yaşanırdı… Şimdi Ne Oldu?

Eskiden insanlar bayramda yeni kıyafetler giyerdi, çünkü “yenilenmiş” hissederdi. Şimdi vitrinler yenileniyor, insanlar değil. Eskiden ziyaretlere gidilirdi çünkü bağlar tazelenirdi. Şimdi mesajla geçiştiriliyor çünkü temas zaman kaybı gibi. Eskiden bayram kahvaltıları vardı. Şimdi brunch rezervasyonu. Yani her şey “daha iyi” gibi görünüyor ama daha sahici değil.

Bir Gelenek Nasıl Yavaşça Silinir?

Bir gelenek bir anda yok olmaz. Yavaşça silinir. İlk önce anlamı unutulur. Sonra şekli değişir. Sonra yerine başka şey konur. Ve en sonunda… insanlar onun hâlâ yaşadığını sanarak yok oluşunu izler. Ramazan Bayramı da bu unutuluşun tam ortasında duruyor. Hâlâ ismi var. Hâlâ resmi tatil. Ama anlamı? Geriye sadece şekil kaldı. Boş bir kalıp gibi.

Belki De Soruyu Baştan Sormalıyız

Bayram nedir? Etiket mi? Ritüel mi? Hükümetin verdiği izin günü mü? Yoksa kalplerin eşitlendiği bir bağışlanma anı mı? Eğer biz hâlâ bayramı bir tatil fırsatı olarak görüyor, kutlarken bile aslında içimizde onun varlığını hissetmiyorsak… O zaman soruyu sormalıyız: Gerçekten bayramı mı kutluyoruz? Yoksa sadece onun yerini tutan bir hatıra mı yaşatıyoruz? Çünkü bazı şeyler var ki, kaybolduğunu fark ettiğinde… geri almak için artık çok geçtir.

<p>Bir takvim yaprağında yazıyor: “Ramazan Bayramı”. Üç gün. Resmî tatil. Herkesin bildiği, kimsenin tam olarak hatırlamadığı bir anlam. Bir zamanlar çocuklar sabah ezanıyla uyanır, ellerini göğsünde birleştirip büyüklerin ellerini öper, şeker torbalarıyla sokakta yarışa çıkardı. Bugün... alarm sessiz. Telefon açılmaz, mesaj bile gerekmez. Bayram, evde dizi izleyip akşam AVM’ye gitmek demek artık. Peki bu değişim nasıl oldu? Ramazan Bayramı bir kutlama mı hâlâ, yoksa modern dünyanın içinde görünmezliğe terk edilmiş bir eski alışkanlık mı?</p> <h2>Ramazan: Açlıkla Değil, Açıklıkla Gelen Bir Ay</h2> <p>Ramazan, sadece oruç ayı değil. Bir içe dönüş, bir suskunluk, bir arınma mevsimi. Kişi aç kalırken aslında içindeki boşluğu fark eder. Saatlerce beklerken neyin kıymetli olduğunu hatırlar. Ve o derin bekleyişin sonunda gelen bayram: Bir tamamlanma duygusudur. Bir bağışlanma, affetme, birlikte olma çağrısıdır. Ama biz bugün neyi kutluyoruz? Orucun bitmesini mi? Karnımızı doyurmayı mı? Yoksa üç günlük tatilde şehirden kaçabilmeyi mi?</p> <h2>Bayramda Tatile Kaçmak: Toplumsal Unutuşun Fotoğrafı</h2> <p>Artık bayram öncesi yapılan ilk plan: “Nereye gitsek?” Oteller dolar. Köprüler kilit. Uçak biletleri yok satar. Ama garip olan şu: Kimse bayramda “kimi göreceğiz?” diye sormaz. Aile ziyaretleri ertelenir, bazen tamamen unutulur. Büyüklerin evleri sessizleşir. Çocuklar artık şeker yerine ekranlara uzanır. Ve biz bu kaçışı “modernleşme” sanırız. Oysa bu, kolektif bir hafıza kaybıdır. Birlikte olmanın yerini bireysel konfor almıştır. Bayram, kişisel bir kaçış gününe dönüşmüştür.</p> <h2>Bayram Var Ama Yok: Sessiz Çığlıklar ve Soğuyan Gelenekler</h2> <p>Televizyonda bayram reklamları dönerken… bir odada yalnız yaşayan bir yaşlı kadın sessizce oturur. Kapısı çalmaz. Telefonu suskundur. Çünkü kimse gerçekten bayramı kutlamaz; sadece “kutlandı varsayar.” Mahallede çocuk sesleri yok. Kapı zilleri çalmaz. Eskiden “Bayramınız mübarek olsun” diyerek tokalaşan insanlar, şimdi story paylaşmakla yetinir. Gerçekte kutlanan bir şey kalmamıştır. Kutlama yerine gelen şey: göz ardı etme. Sanki bayram bir angarya gibi görülür. Hatırlanması gereken bir görev. Bir alışkanlık. Ama ruhu olmayan bir tören.</p> <h2>Ramazan Bayramı Kutlanmaz, Yaşanırdı… Şimdi Ne Oldu?</h2> <p>Eskiden insanlar bayramda yeni kıyafetler giyerdi, çünkü “yenilenmiş” hissederdi. Şimdi vitrinler yenileniyor, insanlar değil. Eskiden ziyaretlere gidilirdi çünkü bağlar tazelenirdi. Şimdi mesajla geçiştiriliyor çünkü temas zaman kaybı gibi. Eskiden bayram kahvaltıları vardı. Şimdi brunch rezervasyonu. Yani her şey “daha iyi” gibi görünüyor ama daha sahici değil.</p> <h2>Bir Gelenek Nasıl Yavaşça Silinir?</h2> <p>Bir gelenek bir anda yok olmaz. Yavaşça silinir. İlk önce anlamı unutulur. Sonra şekli değişir. Sonra yerine başka şey konur. Ve en sonunda… insanlar onun hâlâ yaşadığını sanarak yok oluşunu izler. Ramazan Bayramı da bu unutuluşun tam ortasında duruyor. Hâlâ ismi var. Hâlâ resmi tatil. Ama anlamı? Geriye sadece şekil kaldı. Boş bir kalıp gibi.</p> <h2>Belki De Soruyu Baştan Sormalıyız</h2> <p>Bayram nedir? Etiket mi? Ritüel mi? Hükümetin verdiği izin günü mü? Yoksa kalplerin eşitlendiği bir bağışlanma anı mı? Eğer biz hâlâ bayramı bir tatil fırsatı olarak görüyor, kutlarken bile aslında içimizde onun varlığını hissetmiyorsak… O zaman soruyu sormalıyız: Gerçekten bayramı mı kutluyoruz? Yoksa sadece onun yerini tutan bir hatıra mı yaşatıyoruz? Çünkü bazı şeyler var ki, kaybolduğunu fark ettiğinde… geri almak için artık çok geçtir.</p>