İnsan sosyal bir varlık. Bunu hep duyduk. Yalnızlık, biyolojik olarak tehdit sayılır. Yalnız kalırsan ölürsün; dışlanırsan çürüme başlar. Bu yüzden çocukluğumuzdan itibaren bir gruba ait olmaya programlanırız. Ama burada gizli bir soru büyür durur: Gerçekten sosyal bağ mı kuruyoruz? Yoksa görünmez bir kontrol sistemine gönüllü mü katılıyoruz? Her arkadaş grubu bir sistemdir. Ve her sistem gibi kuralları, hiyerarşileri ve cezaları vardır. Ama en tehlikelisi: Bu kurallar yazılı değildir. Çiğnersen, dışlanırsın. Boyun eğersen, kabul edilirsin.
“Biz” Dediğimizde “Ben” Kaybolur
Arkadaş grubuna katıldığında, artık sen sadece sen değilsin. O grubun rengine boyanırsın. Konuşma şeklin, espri anlayışın, neye güldüğün, neye kızdığın... Hepsi bir süre sonra senin değil, grubun uzantısı haline gelir. Çünkü ait olmak için, bir şeylerden vazgeçmek zorundasındır. Bireyliğinden. Sessizliğinden. Sorgularından. Bazen fikirlerinden. “Biz” olmak, çoğu zaman “ben”in ölümüdür. Ve sen farkına bile varmadan bir sürünün parçası haline gelirsin. Kendi ayak izlerini değil, sürünün bıraktığı izleri takip edersin.
Görünmez Liderler, Sessiz Oyuncular
Her arkadaş grubunda lider bellidir. Ama kimse bunu açıkça söylemez. Çünkü gruplarda iktidar sessizlikle çalışır. En çok dinlenilen kişi, en az konuşan olabilir. Ya da en çok güldürülen kişi, en az saygı gören olabilir. Roller dağıtılmıştır ama kimse bu rolleri kabul ettiğini fark etmez. Grubun içinde alfa olan, kararları verir. Beta olan sorgulamaz. Omega olan ise sadece gülerek katılır. Ama asıl soru şu: Sen gerçekten orada kim oluyorsun? Kendin mi? Yoksa kabul gören bir maskeyle mi dolaşıyorsun?
Arkadaşlık mı, Sosyal Gözetim mi?
Hiç dikkat ettin mi? Bir gruptan ayrıldığında aniden yargılanmaya başlarsın. Sen değişmişsindir. Sen bozulmuşsundur. Sen garipleşmişsindir. Çünkü o grup, sadece seninle vakit geçirmemiştir. Seni “izlemiştir”. Nasıl davrandığını, ne zaman sustuğunu, hangi fikirde olmadığını not etmiştir. Ve sen farklılaştığında sistem alarm verir: “Bu artık bizden değil.” Bu bir gözetimdir. Ama devletten değil. Sosyal çevreden gelen, daha yumuşak ama daha etkili bir kontrol biçimi.
“Grup Dinamiği” Diye Bir Şey Var Ama Bu Hep Senden Bir Şey Eksiltir
Grup içindeyken çoğu kişi zekasını gizler. Çünkü fazla zeki görünmek, tehdit algılanabilir. Sorgulayan biri olmak, huzursuzluk yaratabilir. Sürüyü rahatsız eden her birey, zamanla yalnızlaştırılır. Ve işin en ironik kısmı: Senin “arkadaş grubun”, senin en otosansürlü versiyonunu üretir. Ne dememeliyim? Ne anlatırsam gülerler? Bunu söylersem dışlanır mıyım? İşte bu sorular, özgürlüğünü parça parça yer. Ve sen hâlâ “onlar benim en yakınlarım” dersin. Oysa bazen en yakınlar, en uzak potansiyelindir.
Arkadaşlıkta Samimiyet Değil, Uyum Ödüllendirilir
Gerçek bir arkadaş, seni sen olduğun için kabul eder değil mi? Ama kaç kişi gerçekten, “kendisi gibi” davranabiliyor grubunun içinde? Sana sırf başka fikirde olduğun için kırılan oldu mu? Espri yapmadığın bir gün “sen değiştin” diyen? Sadece biraz içe döndün diye “bir tuhaf oldun” diyen? Bu kişiler arkadaş mıydı yoksa senin belirli bir versiyonuna alışmış kişiler mi? Toplumun mikro versiyonu olan arkadaş grupları, seni kabul ettikleri haliyle sever. Ve o hali değiştirdiğinde, seni değil değişmeyen halini isterler. Yani sevgi değil, şartlı kabuldür bu.
Bu Soru Kalır Geriye: “Ben Bu Grupta Kimim?”
Kendi grubunun içinde gerçekten kim olduğunu hiç düşündün mü? O kişilik sen misin? Yoksa topluluğun senden talep ettiği, cilalı bir versiyon musun? Eğer arkadaş grubunun dışında farklı hissediyorsan, daha rahat, daha dürüst, daha özgür... Belki de orası senin yerin değildir. Grup bir ihtiyaçtır ama aynı zamanda bir hapishanedir. Çünkü sosyal olmak için tasarlandık. Ama sürüleşmek için değil. Ve bazen en büyük cesaret, bir gruptan çıkıp kendi sesini yeniden duymaktır.