Henüz konuşmaya yeni başlamış bir çocuğa sık sık söylenen o klasik cümle: “Uslu ol.” Bu iki kelime, kulağa zararsız gibi gelir. Sevgiyle, şefkatle, yorgunlukla ya da sabırsızlıkla söylenir. Ama bu iki kelimenin kodladığı şey basit bir sakinleşme değil, bir prototip üretimidir. Kime göre uslu? Neye göre doğru? Hangi davranış kabul, hangisi sapma? İşte bu sorular hiç sorulmaz. Çünkü cevaplarını bile düşünmeye gerek kalmaz: “Toplum ne derse, o olur.” Ve böylece, “uslu ol” cümlesiyle başlayan programlama süreci, bir çocuğu sadece “iyi” yapmaz. Onu uyumlu, sessiz, itaatkâr ve hatta geleceğin potansiyel vatandaşına dönüştürür. Ama ne pahasına?
“Uslu” Dediğimizde Aslında Ne İstiyoruz?
Gerçekten usluluk dediğimiz şey nedir? Sessiz oturması mı? Söz dinlemesi mi? Ağlamaması mı? Sorgulamaması mı? Yoksa bir yetişkinin konforunun bozulmaması mı? “Uslu ol” dediğimizde çoğu zaman şunu demek isteriz: “Senin doğal davranışların şu anda beni rahatsız ediyor. Susturulman gerekiyor.” Yani çocuğun varlığı değil, yokluğu ödüllendirilir. Enerjisi değil, durgunluğu alkışlanır. Merakı değil, sessizliği "iyi çocuk" yapar. Ve bu düşünce biçimiyle büyüyen birey, sonunda şunu öğrenir: Soru sorma, çok konuşma, dikkat çekme, başını belaya sokarsın.
İtaatin Erken Versiyonu: Usluluk
Toplumsal yapı, itaatkâr bireyler ister. Kurallara uyan, isyan etmeyen, düzene karışmayan. Ve bu bireylerin inşası çocuklukta başlar. “Uslu ol” demek, geleceğin itaat programını erken yaşta yüklemektir. Sistem, disiplinli vatandaşlar yaratmaz. Disipline boyun eğen bireyler yaratır. Ve bunu öyle ustaca yapar ki, sen çocuğuna “uslu ol” derken onun özgünlüğünü kırdığını bile fark etmezsin. Çocuk, artık doğal bir varlık olmaktan çıkar. Toplumun kabul ettiği “versiyona” dönüşür.
Uslu Çocuk = Risk Taşımayan Yetişkin
Hayal et: Sınıfta her şeye itaat eden bir öğrenci. Yetişkin olduğunda da her şeye boyun eğer. Zam almasa da ses çıkarmaz. Haksızlığa uğrasa bile susar. Çünkü içinde hâlâ yankılanan o cümle vardır: “Uslu ol.” Uslu olmak, kendinden vazgeçmektir. Ruhun doğallığını susturmaktır. Birey olma potansiyelini törpülemektir. Ve böyle bireyler, sistemin en sevdiği bireylerdir: Ne eksik ne fazla. Ne asi ne yaratıcı. Sadece... düzgün.
“Yaramazlık” Dediğimiz Şey, Belki de Yaratıcılığın Kıyafetidir
Tarihteki birçok büyük deha, çocukken yaramazdı. Okula uyum sağlayamayanlar, ders dinlemeyenler, hep sorgulayanlar… Ama biz bu çocuklara çoğu zaman “sorunlu” dedik. Sınıf düzenini bozan, “sırasını beklemeyen”, “elin kalkmadan konuşan” kişiler. Oysa belki de o çocuk, sistemin baskısını fark eden ilk kişiydi. Belki de “uslu çocuk” olmak istemediği için değil, olmayı tehlikeli bulduğu için direndi. Ve biz o çocukları bastırdık. Onlara ritalin verdik. Ceza verdik. Ödül vererek susturduk. Çünkü bir çocuğun fazla düşünmesi, sistemi rahatsız ederdi.
Bir Sorgulama Anı: Uslu Olmak mı, İnsan Kalmak mı?
Uslu çocuklar büyür. Ve o büyüyen birey, yıllar sonra kendini keşfetmeye çalışır. Kendini neden bu kadar sessiz, donuk, bastırılmış hissettiğini çözemez. Terapilere gider. Kendini anlamaya çalışır. Ama çözüm bazen çok erken bir cümlede saklıdır: "Uslu ol evladım." İşte bu cümleyle kırılmıştır bir şeyler. Kendiliğin sesi. Özgür ruhun çığlığı. Doğal merakın ateşi. Ve o ateş bir kere söndüyse, hayat artık sadece bir “bekleme salonu” gibi olur. İçinde yaşarsın, ama kendin gibi yaşayamazsın.
Çocuklara Yeni Bir Dil Gerek
“Uslu ol” demek kolaydır. Ama onu anlamak zordur. Çünkü bu ifade, sadece çocuğa değil, topluma atılmış bir zincirdir. Çocuklardan artık sessizlik değil, bilinç istemeliyiz. Uyum değil, özgürlük. Söz dinlemek değil, soru sormak. Kurala uymak değil, kuralı sorgulamak. Çünkü sadece uslu olanlar dünyayı değiştirmez. Değiştirenler, yerinden kıpırdayanlardır. Sırasını beklemeyenlerdir. Kurallara anlam arayanlardır. Ve belki de artık çocuklara "uslu ol" değil, "Gerçekten kim olduğunu bul ve korkma" demenin zamanı gelmiştir.