Bugün de bir story attım. Filtreli bir kahve bardağı. Altında üç kelime: "Şükür, huzur, mutluluk." Ama avuçlarımın içi gece boyunca terledi. Ve kimse bunu bilmiyor.
Gerçek Ruh Hali vs. Dijital Profil
Sosyal medya artık bir kişilik uzantısı değil, bir kişilik prototipidir. Yani sen kimsin sorusu, artık "bugün ne paylaştın"la cevaplanıyor. Ve senin gerçek duygu durumun değil, paylaştığın duygu durumu kabul görüyor.
Üzgünsen susarsın. Yorgunsan filtre eklersin. Mutsuzsan… sahte bir tebessümle maskelersin. Çünkü mutsuzluk görünür olmamalı. Sisteme göre düşük enerji "düşük etkileşim" demektir.
Mutluluk İçerik Olunca Duygu Olmaktan Çıkar
Mutluluk bir içerik türüne dönüştü. Ve algoritma, en çok hangi içerikleri öne çıkarıyor biliyor musun? Gülümseyen yüzler, enerji dolu sabah ritüelleri, pozitiflik saçan cümleler. Yani "iyiymiş gibi yapma" sanatının ustaları. Bu sistemde üzgün görünmek; zayıflık, başarısızlık, düşüş olarak algılanıyor.
Tablo: Dijital Duygu Kodu
| Gerçek Duygu | Paylaşılan Görsel | Algoritmik Yorum |
|---|---|---|
| Boşluk hissi | Gün batımı yürüyüşü | "Doğaya kaçış, huzurlu ruh hali" |
| Anksiyete | Kitap ve mumlu masa üstü | "Kendiyle barışık, dingin" |
| Öfke | Sakin yüz filtresiyle selfie | "Pozitif enerjiyle parlayan biri" |
Mutluluk Rekabeti: Görünmez Bir Savaş Alanı
Bir gün paylaşmadığında "iyi misin?" diye sormuyorlar. Sadece seni yok sayıyorlar. Çünkü var olmak artık "görünmekle" eşdeğer. Ve görünmek demek, pozitiflik yaymak zorunluluğuyla eşleşiyor.
Yani sen aslında ne hissedersen hisset, dijital dünyada yalnızca "mutluymuş gibi yaptığın" kadar varsın. Bu, algoritmik toplumsal baskının sessiz ama çok güçlü bir versiyonudur.
"Mutlu Olmak Zorundasın" Mesajı Nereden Geliyor?
Pazarlama sektörü sana ne satar biliyor musun? Mutluluk imajı. Her şey bunun üzerine kuruludur. Yüz kremleri, kahve markaları, seyahat sayfaları… Hepsi "mutluysan kullanırsın" değil; "kullanırsan mutlu görünürsün" vaadiyle çalışır.
Ve sen bu vaatlere kendini adapte ettikçe, kendi duygun sistem dışı kalır. Duygun sistemle çeliştiğinde, onu bastırırsın. Ama işte orada başlar iç savaş.
Dijital Sessizlik: Gerçek Acının Sansürü
Birini kaybettiğinde kaç kişi seni anladı? Gerçekten anladı? Paylaşmadıysan bilinmez. Ama paylaştıysan da algoritma bunu "az gösterir". Çünkü sistem acıdan beslenmez. Mutluluğu meta yapmıştır. Ve üzgün olanlar sistemi yavaşlatır.
İçten İçeriye Kadar Filtrelenmiş İnsanlar
Sadece yüzümüzü değil, artık içimizi de filtreliyoruz. Düşüncelerimiz bile "paylaşılabilir mi?" filtresinden geçmeden çıkamıyor. Ve böylece ruhlarımız yavaş yavaş dijital kullanılabilirliğe göre yeniden biçimleniyor.
Bu yüzden kimse "iyi değilim" diyemiyor. Çünkü "iyi olmamak" artık dijital ortamlarda estetik dışı, tavsiye dışı, algoritma dışı sayılıyor.
Gerçek Soru: Gerçekten İyi Misin?
Kendine sorman gereken tek bir soru var: Bugün paylaştığın şey sen miydin, yoksa görünmek zorunda olduğun persona mıydı?
Eğer ikisi arasında fark açılmaya başladıysa, artık görünür değil, "yarılmış" bir haldesin. Ve bu yarık ne kadar büyürse, gerçek sen o kadar sessizleşir.
Çünkü bazen en büyük yalnızlık, "çok mutluyum" demek zorunda kalmaktır.
