Bir sokakta konfeti yağmuru... Sahte gülümsemeler, plastik maskeler, aşırı neşeli DJ anonsları, birbirini tanımayan bedenlerin ritme teslim olmuş halleri. Renkli kıyafetler, dev kuklalar, ışık gösterileri ve bir anda patlayan havai fişekler... Sence bu özgürlük mü, yoksa dikkatle tasarlanmış bir kontrol mekanizması mı?

Festival: Özgürlük mü, Delilik mi, Yoksa Kandırmaca mı?

Tarihe bakıldığında festivaller çoğu zaman hasat zamanlarıyla ya da dini takvimlerle eş zamanlı gelişmiştir. Ama bugünkü festivallerin çoğu, dikkat edersen, bir tür "ventilasyon sistemi" gibi çalışıyor. Yani, toplumun içten içe bastırdığı ne varsa, bir hafta sonuna paketlenip, "sınırsız eğlence" etiketiyle dışarı atılıyor.

Modern yaşamın kurallarını şöyle bir düşün: sabah 8, akşam 6, haftada 5 gün. Kodlar, reglasyonlar, kurallar, kurallar, kurallar… Ve sonra birden bire, bir hafta sonu boyunca çıldırmana izin veriliyor. İşte orada durman gerek.

Bir Bakış Açısı: Sistematik Çıldırma Hakkı

Festival aslında sistemin sana sunduğu yasal çıldırma iznidir. Tıpkı "çalış, borçlan, yaşlan ve öl" döngüsünde araya sıkıştırılmış bir tatil gibi, sistem zaman zaman sana sahte özgürlük dozları verir. Bu, isyanı kontrol altına almak için uygulanmış bir psikososyal protokoldür.

Gerçek Hayat Festival Hayatı
Yaka kartı, iş e-postası, trafik Beden boyası, çamur savaşı, rave
Normlara itaat Maskeyle anonimleşmek
Günlük stresin bastırılması Stresin dansla boşaltılması

Geçici Kaos = Kalıcı Kontrol?

Burada garip bir paradoks var: Festival sırasında kurallar kalkıyor gibi görünür ama aslında yeni kurallar devreye girer. "Şu kıyafeti giymelisin", "şu şarkıya coşmalısın", "bu kadar dans etmelisin", "video çekip Instagram’a atmalısın". Yani bu, sadece özgürlük yanılsaması.

Michel Foucault yaşasaydı belki şöyle derdi: “Gözaltına alınmadan delirmenin tek yolu: festival.” Çünkü kimse seni bir maskeyle dans ettiğin için tutuklamıyor. Ama o maskenin altındaki gerçek yüz, sistemin senden saklamaya çalıştığı bilinç olabilir.

Karnavalların Tarihsel Arka Planında Ne Yatıyor?

Orta Çağ’da karnavallar, kilisenin baskıcı yapısına karşı kısa süreli “boşluklar” yaratırdı. Halk, kralı taklit eder, kutsalları tiye alırdı. Ama ne zaman? Sadece o birkaç günde. Çünkü sistem, bu “ventilasyonu” hesaba katmıştı. Yani kontrollü kaos sistemi rahatlatır.

Bu da demek oluyor ki; isyan edebilmen için önce isyan edeceğin alan tasarlanmalı. Ve işte festival tam da bunu yapıyor: Sana bir alan veriyor, sonra orayı boşaltıp seni eski yerine gönderiyor.

Bugünkü Festivallerde Ne Satılıyor?

Eskiden bir şeyler kutlanırdı, şimdi ise bir şeyler pazarlanıyor. Festivalin kendisi ürün haline geldi. Biletler, VIP alanlar, influencer sponsorlukları... Artık “ne kutladığın” değil, “nasıl göründüğün” önemli.

İnsanlar doğanın döngüsünü değil, DJ set listesini bekliyor. Yeni tanrılar elektronik ses sistemleri, yeni ayinler ise Instagram Reels'leri oldu. Ve biz bu yeni tapınaklarda “özgürlük” adı altında nefsimizi avutuyoruz.

Ya Gerçekten İsyan Etseydik?

Peki festival yerine gerçekten sokağa çıksak? Dans yerine soru sorsak? Selfie yerine bilinç paylaşsak? O zaman ne olurdu? Belki de sistemin en büyük korkusu budur: Karnavalın gerçekten isyana dönüşmesi.

Çünkü tarih gösteriyor ki, her şakaya gizli bir hakikat sızar. Belki de karnaval, gerçeğin alaycı bir yankısıdır. Ve o yankıyı susturmak için rengârenk gürültülere ihtiyaç vardır.

Yani?

Festival senin kaçış değil, boşaltma vanandır. Özgürlük değil, geçici serap. Asıl oyun festival bittiğinde başlar. O yüzden bir dahaki sefer dans ederken şöyle bir düşün: Gerçekten mi eğleniyorsun, yoksa eğlendiğini mi sanıyorsun?