İnsan hep yukarı baktı. Göğe. Yıldızlara. Güneşe. Boşluğa. Ama hiçbir zaman sadece baktığıyla yetinmedi. Oraya bir güç koydu. Bir anlam yerleştirdi. Ve sonra ona tapmaya başladı.
Soru burada başlıyor:
Tanrı’yı biz mi icat ettik? Yoksa Tanrı'nın içimizde bir izi mi vardı?
İlk Tapınaklar, İlk Tanrılardan Eskidir
Göbekli Tepe. M.Ö. 10.000 yılına kadar uzanıyor. Bir tapınak. Ama ilginç olan şu: Henüz tarım yok. Henüz yerleşik hayat yok. Ama tapınma var. Yani insan önce Tanrı’yı aradı, sonra köyünü kurdu. Bu ne demek?
Tapınmak, içgüdü olabilir. Tıpkı açlık gibi. Tıpkı korku gibi. Belki de beynimizin derinlerinde "üst bir güce yönelme" diye bir nörolojik kod var.
İnsan Neden Tanrı'ya İhtiyaç Duydu?
Çünkü insan, ölümle yüzleştiğinde, anlam aradı. Gök gürlediğinde, sebep sordu. Çocukları hastalandığında, kimin cezalandırdığını merak etti. Ve hiçbir cevap bulamayınca… cevabı kendisi yarattı.
İşte orada Tanrı doğdu. Bir bilinmeyenin doldurulması için. İnsanın acziyetine bir perde çekmek için. Ve zamanla o perde, gerçeğin yerine geçti.
Tanrı Bir İhtiyaç mıydı, Bir Buluş mu?
Antik Mısır’da güneşe tapıldı. Azteklerde kan sunuldu. Hint coğrafyasında binlerce tanrı yaratıldı. Hepsi farklıydı ama hepsinin temelinde aynı ihtiyaç vardı:
"Korkuyorum, lütfen biri beni korusun."
Yani Tanrı, önce bir korkudan doğdu. Sonra o korku kutsallaştı. Ve insanlar bu korkuya ibadet etmeye başladı.
Genetik Kodlarda Tapınmak Var mı?
Modern nörobilim şunu söylüyor: İnsan beyninde "mistik deneyim" yaratan özel bölgeler var. Prefrontal korteks, temporoparietal bağlantılar, limbik sistem… Hepsi birlik hissi, aşkınlık, teslimiyet gibi duyguları tetikliyor. Yani "Tanrı hissi", biyolojik bir karşılığa sahip. Bu ne demek?
Belki de Tanrı dışarda değil. İçeride. Sinir sisteminin bir ürünü. Ama bu da onu sahte yapmaz. Çünkü hissedilen şey, her zaman gerçektir. Ve bazen gerçek… sadece içeriden algılanabilir.
İnsan Tanrısız Kalabilir mi?
Tarih boyunca hiçbir uygarlık tanrısız yaşamamıştır. Ateist toplumlar bile "kutsal" başka kavramlar üretmiştir: Devlet, ideoloji, bilim, sanat… İnsan mutlaka tapınacak bir şey bulur. Çünkü insan sadece yaşamak istemez. Anlamla yaşamak ister. Ve anlam, her zaman kendinden büyük bir şeye dayanır.
O yüzden bazı insanlar Allah der. Bazıları Evren. Bazıları Enerji. Bazıları da İnsanlık.
Asıl Soru Şu:
Tanrı’nın var olup olmadığını kanıtlamaya çalışmak mı önemli? Yoksa neden Tanrı’ya bu kadar ihtiyaç duyduğumuzu sormak mı?
Belki Tanrı Dışarda Değil, İçimizdeydi
Tanrı bir ses olabilir. Bir yalnızlık anında içimizden gelen fısıltı. Bir bilinç. Bir iz. Ve bu iz, genetik olabilir. Binlerce yılın korkusu, aşkı, hayranlığı… İnsan beynine yazılmış olabilir.
Belki de Tanrı… hiçbir zaman bir varlık değildi. Sadece... boşluğu anlamla doldurmak isteyen insanın hayal gücünün en kudretli formuydu.
Ama yine de... bir insan Tanrı’yı kendisi yaratmış olsa bile, o Tanrı ona yardım etmişse… gerçek sayılmaz mıydı?
Belki Tanrı bizim icadımızdı. Ama onsuz… yaşanacak bir hayat da yoktu.
