İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, farklı coğrafyalarda, farklı halklar gökyüzüne baktı. Kimi yıldızlara taptı, kimi güneşe, kimi görünmeyen bir Tanrı'ya. Ama ilginç olan şu: Farklı zamanlarda, farklı yerlerde, birbirinden habersiz halklar, benzer hikâyeler yazdı.
Bir yaratılış, bir tufan, bir kurtarıcı, bir yargı günü, bir ahlaki kod. İsimler değişti. Ritüeller farklılaştı. Ama öz hep aynıydı.
Bu benzerlikler bir tesadüf mü, kolektif bilinçaltının eseri mi, yoksa çok daha derin bir gerçeğin üstü örtülmüş bir tezahürü mü?
Belki de tüm dinler, farklı dillerle anlatılmış tek bir büyük hikâyenin sayfalarıdır. Ve o hikâyenin içinde, şimdiye kadar kimsenin açıkça dile getirmediği bir sır gizlidir.
Yaratılış: Her Dinde Başlangıç Var
İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm, Antik Mısır, Mezopotamya… Hepsiyle başlayalım. Tüm bu inanç sistemlerinde evrenin kaostan ya da boşluktan yaratıldığı anlatılır.
Kur’an’da “O, gökleri ve yeri yoktan var etti” denir. Tevrat’ta “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı”. Hindu mitolojisinde Brahma evreni bir lotus çiçeğinden doğurur. Antik Mısır’da Ra, karanlıktan çıkar.
Her biri, bir yaratıcı, bir boşluk ve bir ilk hareketi anlatır. Bu ortak başlangıç, insan zihninin evreni anlamlandırmak için uydurduğu bir model mi, yoksa hepimizin bildiği ama hatırlamadığı bir hakikatin yankısı mı?
Tufan: Aynı Felaket, Farklı İsimler
Nuh’un gemisi sadece Kur’an ve İncil'de yok. Sümerlerde Ziusudra, Babil'de Utnapiştim, Hindularda Manu... Hepsi, Tanrı’nın insanları yoldan çıktığı için cezalandırdığı bir tufanı anlatır. Hepsinde bir gemi, bir kurtuluş ve yeni bir başlangıç vardır.
Aynı olay farklı isimlerle mi anlatıldı? Yoksa bu kadar farklı kültürde aynı hikâyenin yer alması başka bir şeye mi işaret ediyor?
Belki de bu hikâye, yalnızca fiziksel bir felaketin değil, bilinç seviyesinde yaşanmış kozmik bir sıfırlamanın kodudur.
Kurtarıcı Figür: Mesih, Mehdi, Kalki, Horus
Tüm büyük inanç sistemleri, bir kurtarıcıyı bekler. Yahudilik Mesih’i, Hristiyanlık İsa’nın dönüşünü, İslam Mehdi’yi, Hinduizm Kalki'yi, Budizm Maitreya’yı, Antik Mısır Horus’u…
Bu figürler hep aynı özelliklere sahiptir: Adaleti getirir, karanlığı yok eder, eski düzeni yıkar.
Peki neden tüm insanlık, binlerce yıl boyunca hep “gelecek olan birini” bekledi? Bu yalnızca kolektif bir umut mu, yoksa gerçekten geleceği bilinen biri mi var?
Kıyamet ve Yeniden Diriliş
Kur’an’da “Sûr’a üflenmesi”, İncil’de “Armageddon”, Hinduizm’de “Yuga”nın sona erişi, Antik İran'da “Frashokereti”…
Hepsi dünyasal düzenin bir gün sona ereceğini, adaletin yerini bulacağını ve insanın yeniden dirileceğini anlatır.
Bu benzerlikler, farklı toplumların ölüm korkusunu bastırmak için geliştirdiği ortak psikolojik savunmalar mı, yoksa evrensel bir zaman döngüsünün şifreli anlatımları mı?
Ve daha da önemlisi: Eğer her din kıyameti anlatıyorsa, neden hiçbir din tam tarihini vermez?
Gizli Ortaklıklar: Neden Aynı Semboller?
Tüm kutsal metinlerde ışık, dağ, su, ağaç, yılan, yıldız, göz gibi semboller tekrar eder. Piramit şekli, üçgenler, daireler, yedi sayısı, kırk gün…
Bu sembollerin çoğu, dinlerin kurulduğu dönemlerden bile daha eskidir. Örneğin yılan hem iyiliğin hem kötülüğün sembolü olabilir. Işık, hem aydınlanmayı hem yok edici gücü temsil edebilir.
Bu semboller yalnızca sembol mü? Yoksa bilinçaltımızda ortak bir hafızanın parçası mı?
Ya da daha ileri gidelim: Tüm dinlerin kuruluşunda aynı “üst akıl” mı vardı? Belki bir bilgi, sadece farklı dillerle ve zamanlarla sunuldu. Ama aynı kaynaktan.
Tüm Dinlerde Sessizce Fısıldanan “Birlik” Mesajı
İslam’da tevhid, Hristiyanlıkta “Tanrı birdir”, Yahudilikte Şema duası “Dinle İsrail, Rab birdir”… Hinduizm çok tanrılı gibi görünür ama tüm tanrılar aslında Brahman’ın tezahürleridir.
Tüm dinler, özü itibariyle “birliği” vurgular. Ayrı tanrılar gibi görünen sistemler bile, sonunda bir merkezde birleşir.
Belki de bu “birlik” kavramı, yalnızca Tanrı’nın birliği değil, gerçekliğin özünün de birliğini anlatıyordur.
Ya Tüm Dinler Aynı Kitabın Sayfalarıysa?
Farklı zamanlarda, farklı dillere çevrilmiş, her biri bir bölgeye hitap eden, ama hepsi aynı metnin parçaları.
Belki o kitap kayıp. Ya da hiç yazılmadı. Belki sadece zihinlere kazındı. Ama herkes bir kısmını hatırlıyor.
Tüm bu benzerlikler, insanlığın bir zamanlar bildiği ama unuttuğu bir şeyin kalıntısı olabilir. Ve dinler, o kayıp hafızanın yankısıdır.
Belki de En Büyük Sır: Dinlerin Ayrı Olduğuna İnanmamızdır
Ayrılık, kavga, savaş… Hepsi dini farklılıklardan doğmuş gibi gösterildi. Oysa belki de farklar yüzeydeydi. Derinlerde ise hepsi aynı merkezden doğmuştu.
İşte sır burada saklı olabilir. Bizi parçalayan şey, aslında bizi birleştirecek olan bilginin üstünü örten perdedir.
Ve o perde, ancak insan “ayrılığı” bırakıp “birliği” aradığında açılır.
Belki de o zaman tüm dinler, aynı yöne dönüp aynı şeyi söyleyecektir:
Sen zannettiğinden daha eski, daha büyük, daha sonsuz bir varlıksın. Ve bu sır, her kutsal kitabın satır aralarında gizli.
Ama belki de o sır, zaten senin içinde.