Bir sabah uyanırsın. Bir e-posta, bir fatura, bir mesaj… Birden tüm sistemin ayağa kalkar. Bir gelecek kaygısı sarar içini. Oysa eninde sonunda, hepimiz öleceğiz. Peki öyleyse neden hâlâ bu kadar korkuyoruz?

“Neden bu kadar düşünüyoruz?” sorusunun asıl cevabı: “Çünkü öleceğimizi biliyoruz.”

Hayvanlar da yaşar. Ama insan düşünen tek türdür. Ve düşünen tek tür, bir gün biteceğini bilen tek türdür.

İşte tam burada devreye girer: Varoluşsal kaygı. Sadece ölüm korkusu değil… Hiçlik korkusu. Anlamsızlık korkusu. Kendini tamamlayamama korkusu.

Dünyayı Gerçekten Ne Yönetiyor?

  • Ekonomi mi? Hayır. Para, kaygının kılıfıdır.
  • Siyaset mi? Hayır. Güç, kontrol etme arzusudur. Kaygının çocuğudur.
  • Teknoloji mi? Hayır. Gelişim, güvende hissetme arzusunun ürünüdür.

Asıl güç: kaygıdır. Kaygı, sabahları seni yataktan kaldırır. Sorumluluklarını yerine getirmene neden olur. Sana “başar” dedirten şey, aslında “kaybolmaktan kork” diyen bilinçtir.

Peki Bunu Neden Sorguluyoruz?

Çünkü insan hem hayvandır, hem de ilahi bir sezgi taşıyandır. Hayvani yönü güvenlik ister. Ama bilinçli yönü, sonsuzluk arzular. Ve bu çelişki beynini yakar.

Sen bir yandan sonsuza kadar yaşamak istersin. Ama bedenin her gün biraz daha çürür. Ve bu çürümeyi, kariyerle, sosyal statüyle, başarıyla oyalarsın. Ama gece yatağa yattığında, zihnin gizlice şu soruyu fısıldar:

“Bunların hepsi geçici. Peki sonra?”

Neden Hâlâ Kaygılanıyoruz, Bizi Aşan Şeyleri Bile Kontrol Etmeye Çalışıyoruz?

Çünkü insan beyninin temel yazılımı, hayatta kalmak üzerine kuruludur. Ama modern dünyada fiziksel tehdit azaldı. Aslan yok, savaş yok, avlanma yok. Beyin yeni tehlike olarak: geleceği, kariyeri, yalnızlığı, anlamı seçti.

Yani beynin boş kalamaz. Her zaman kaygılanacak bir şey bulur. Çünkü kaygısızlık, ölüm hissini hatırlatır.

Bu Kaygıyı Ne Yönlendiriyor?

  • Markalar: Sana “eksiksin” der, böylece tüket.
  • Politikacılar: Sana “güvende değilsin” der, böylece oy ver.
  • Sosyal medya: “Geri kalıyorsun” der, böylece kıyasla.

Ama hepsi aynı temel duyguyu kullanır: “Yok olma korkusu.”

Ve Belki de En Büyük Yanılsama Şu:

Zannederiz ki kaygı bizi koruyor. Ama gerçekte o, hayatı yaşamamızı engelliyor.

Sonsuz yaşamayacağımızı biliyoruz. Ama sanki hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyoruz, çabalıyoruz, planlıyoruz. Bu çelişki seni hasta ediyor. Ama sistem, tam da bu hastalığa muhtaç. Çünkü sağlıklı insan yönetilemez.

Ve Belki de Asıl Soru Şu:

Gerçekten mi kaygılanıyoruz? Yoksa bize “kaygılanmamız gerektiği” mi öğretildi?

Belki de dünyayı yöneten şeyler sandığımız kadar güçlü değil. Belki tek bir şey var: “Bir gün bitecek olma gerçeğiyle nasıl yaşanır?” sorusuna cevap bulamamak.

Dünyayı Kaygı Yönetiyor. Ama Kaygıyı Kim?

İnsan, sonsuzluğu isteyip, geçiciliğin içinde boğulan bir varlık. Korktuğu şey ölüm değil; anlamsızlık.

Bu yüzden sistem, sana anlam satıyor: İş, unvan, ev, ekran… Ama geceleri sessizlik çöktüğünde, içinden bir ses yükselir: “Bütün bunların bir anlamı var mı?”

Ve o sesi bastırmak için, ertesi sabah daha çok çalışır, daha çok kaygılanır, daha çok unuturuz.

Çünkü kaygı olmadan bu sistem çöker. Ve biz, belki ilk defa gerçekten özgür oluruz.