Tarih boyunca hemen her kültür, bir varlıktan söz etti. Bedenleri yoktu ama hissedilirdi. Gözle görülmezlerdi ama etkileri vardı. Ve çoğu zaman ortak bir kelimeyle anıldılar: Ateş.
İnsanı yakan, kavuran, yönlendiren ya da baştan çıkaran bu varlıklar, her mitolojide farklı isimlerle ortaya çıktı. Ama hepsi bir şekilde “ateşten doğmuş”tu. Ve insanla garip bir bağ içindeydiler: Ne tamamen düşman, ne de dost. Ama her zaman izleyiciydiler.
Antik Metinlerdeki Ateşten Varlıklar
Zerdüştlükte “Ahriman”, saf kötülüğün ve aldatmanın ateşli temsilcisiydi. Hint mitolojisinde “Rakshasa”lar, insan biçiminde ama ateşle ilişkilendirilmiş şekil değiştiricilerdi. Yahudi Kabala’sında “Shedim” adında, karanlık ama akıllı varlıklar vardı. İslam’da “cinler”, özellikle de “ateşten yaratılmış ifritler”, insanla aynı düzlemde yaşamayan ama onu etkileyebilen varlıklar olarak tanımlanır. Yunan mitolojisinde Prometheus, insanlara ateşi getiren figürken; aynı zamanda tanrılara başkaldıran bir cezalıydı. Ateş, bilgiye, cezaya ve güce açılan bir kapıydı.
Bu Varlıklar Gerçekten Var mıydı?
Bu soruya verilecek cevap, “neye gerçeklik diyorsun?” sorusunu zorunlu kılar. Fiziksel anlamda, bu varlıklar bir vücut taşımaz. Ama psikolojik, bilinçsel ya da enerji düzeyinde etkileri olduğunu düşünenlerin sayısı az değil. Birçok antik öğreti, bu varlıkların “ateş”ten oluştuğunu söylemekle, aslında onların madde değil; frekanssal yapılar olduklarını anlatıyor olabilir.
Ateş, maddenin üç halinden farklı olarak yok edici ve dönüştürücü bir elementtir. Yani sabit değil, geçişkendir. Bu varlıkların da sabit bir forma sahip olmaması, onları zaman ve mekâna bağlı olmayan bilinçsel oluşumlar haline getiriyor olabilir mi?
İblis: Ateşin Bilinçle Buluştuğu Nokta mı?
İblis figürü birçok dinde düşmüş bir varlık olarak anlatılır. Ama düşüşü fiziksel değil, bilinçseldir. Yani bu varlıklar “ateşten” oldukları kadar “akılla” da donatılmıştır. Ve bu, onları tehlikeli kılar. Çünkü sadece zarar vermezler; aynı zamanda yönlendirir, kandırır, zihin oyunları oynarlar. Bu özellikleriyle insanın dışındaki bir tehditten çok, kendi içindeki karanlıkla aynı frekanstadırlar.
Gerçek mi, Efsane mi?
Modern bilim böyle varlıkların varlığını reddeder. Ancak kuantum mekaniği bile, gözle görülmeyen bilinçsel formların enerjiyle nasıl etkileşime girdiğini tam açıklayamaz. Ateşten varlıklar belki de başka bir boyutta, başka bir frekansta titreşen bilinçlerdir. Ve bu frekansa uyumlanan zihinler, onlarla temas edebilir. Bu temas her zaman sözlü değildir. Bir anda değişen ruh hali, bir anda doğan takıntı, açıklanamayan korkular, ani öfke patlamaları… belki de bu varlıkların “ruhsal manyetik alan”a temaslarıdır.
Saklanan Bir Gerçek mi, Bastırılan Bir Bilinç mi?
Kadim bilgiler, bu varlıklardan nasıl korunulacağını da anlatır. Ama bu bilgiler zamanla ya şeytanlaştırıldı, ya da unutturuldu. Çünkü eğer insan bu varlıklarla nasıl başa çıkacağını öğrenirse, onların etkisini de kırabilir. Ve bu güç, kimilerinin çıkarına değildir.
Bugün hâlâ bazı ritüellerin, bazı duaların, bazı sembollerin bu varlıkları “uzak tutmak” için kullanılması bir tesadüf müdür? Yoksa modern dünya, görünmeyeni reddederken, eski dünya onu nasıl dengeleyeceğini mi biliyordu?
Ateş Gerçekten Neydi?
Element değil… geçiş kapısı olabilir mi? Bir enerjiden başka bir enerjiye, bir bilinç düzeyinden başka bir boyuta geçişin aracı? Ve ateşten yaratıklar, bu geçişin efendileri miydi?
Onlar sadece düşman mıydı? Yoksa öğretmen mi? Belki de insanın sınanması için değil… yükselmesi için vardı. Ama onları tanımadan savaşmaya kalkmak, kendi gölgenle kavga etmeye benzerdi.
Ateş yakar, evet. Ama aynı ateş, demiri de şekillendirir. Ve belki bazı varlıklar, insanı yakmak için değil… onu yeniden dövmek için bekliyordur.