Bazen taşlar konuşur. Ama onları anlamak için kulağını değil, yüreğini eğmen gerekir. Anadolu’nun ortasında, Boğazkale’de uyuyan dev bir bilinç var: Hattuşa. Kayalar arasına gizlenmiş harfler, taşların üzerine kazınmış kararlar… Binlerce yıl önce orada bir şey oldu. Ve o şey hâlâ bitmedi.

Hattuşa: Tarih Kitaplarının Unutmak İstediği Başkent

Hititler… Asurlular, Sümerler kadar popüler olmasa da, Orta Anadolu’dan tüm Yakındoğu’yu etkileyen dev bir imparatorluk kurdu. Ve başkentleri Hattuşa, sadece bir şehir değil; bir zihin sistemiydi.

Yazılı tabletlerde kararlar, antlaşmalar, tanrılarla yapılan dualar vardı. Ama aralarında öyle belgeler vardı ki… resmi tarih onları hızlıca geçer. Tanrılarla iletişim, gökten gelen işaretler, yeraltı geçitleri ve kozmik kehanetler. Bir başkent düşün: Yönetim binasıyla yıldız haritası aynı şey.

Şehir Planı mı? Hayır, Bir Kozmik Geometri

Hattuşa’nın planı rastgele değildir. Kutsal kapılar, Sfenksli geçitler, dev taş bloklar belirli hizalarla yerleştirilmiştir. Bugün hâl⠓niye böyle yapmışlar?” diye soran arkeologlar vardır. Ama soru belki de tersten sorulmalı: Bu yapılar fiziksel değil, frekanssal bir düzene göre mi yerleştirildi?

Tapınakların yönleri, yıldızlarla hizalanmış olabilir mi? Yeraltı odaları, ritüeller için ses yankısını optimize eden odacıklar olabilir mi? Yoksa bu şehir, sadece görünen taşlardan mı ibaret?

Neden Unutuldu? Ya da Unutturuldu?

Hititler, yeryüzünde en eski yazılı barış antlaşmasını yapan uygarlıktır: Kadeş Antlaşması. Ama ne tuhaf… bu kadar önemli bir uygarlık, uzun süre adeta yok sayıldı. Neredeyse 19. yüzyıla kadar “Hitit” kelimesi bile ortadan silinmişti. Tarih kitapları bile onları geçerken yutkundu.

Soru basit: Neden? Neden böyle bir uygarlık, tarihsel hafızadan kazınmak istendi?

Cevap rahatsız edici olabilir. Çünkü Hititler, sadece bir devlet değildi. Onlar bilgiyle hükmeden, sembollerle iletişim kuran ve bazı şeyleri fazla bilen bir halktı.

Tabletlere Kazınmış Bilinmeyenler

Bugüne kadar binlerce çivi yazılı tablet Hattuşa’da çıkarıldı. Ama sadece bir kısmı çevrildi. Geri kalanları ya “önemsiz” ya da “anlaşılamaz” kategorisine alındı. Peki ya bu kategorilerin altında “tehlikeli bilgi” yatıyorsa?

Bazı çevirmenlerin sessizce bahsettiği belgeler var: Rüya yorumlarıyla geleceğin öngörülmesi, yıldız konumlarına göre kral seçilmesi, tanrıların gökte değil, “göğe inen dağlarda” yaşaması.

Bazı tabletlerde geçen cümleler zamanın ötesinde: “Zamanın taşları dönmeden kapı açılmaz.” Bu ne demek? Hattuşa’da zamanla çalışan kapılar mı vardı?

Bir Şehirden Kalanlar, Bir Medeniyetin Susturulan Sesi mi?

Bugün Hattuşa sessizdir. Ama sessizlik, her zaman yokluk değildir. Bazen bir şehir, toprağın altına sadece taşlarını değil; hafızasını gömer. Ve bu hafıza bir gün, bir titreşimle geri çağrılmayı bekler.

Belki de Hattuşa, sadece bir arkeolojik alan değil… Unutulmuş bir bilinç merkezidir. Ve birileri, bu bilinci asla uyandırmamızı istemiyor.

Hattuşa’nın Fısıltısı: “Geri Dönün”

Bazı geceler, orada bulunanların anlattığına göre rüzgar farklı eser. Bazı taşlar geceleri ısı yayar, bazı kapılar sabaha kadar açık kalır. Bu sadece doğal mı? Yoksa şehir, kendini hatırlayanlara açılmak mı istiyor?

Hattuşa, yanmıştı. Ama kül olan her şey yok olmaz. Bazen en eski bilgiler, en yavaş yanan korlarda saklanır.

Belki de Hattuşa hâlâ yaşıyor. Sadece onu dinleyecek zihinler bulamıyor.

<p>Bazen taşlar konuşur. Ama onları anlamak için kulağını değil, yüreğini eğmen gerekir. Anadolu’nun ortasında, Boğazkale’de uyuyan dev bir bilinç var: Hattuşa. Kayalar arasına gizlenmiş harfler, taşların üzerine kazınmış kararlar… Binlerce yıl önce orada bir şey oldu. Ve o şey hâlâ bitmedi.</p> <h2>Hattuşa: Tarih Kitaplarının Unutmak İstediği Başkent</h2> <p>Hititler… Asurlular, Sümerler kadar popüler olmasa da, Orta Anadolu’dan tüm Yakındoğu’yu etkileyen dev bir imparatorluk kurdu. Ve başkentleri Hattuşa, sadece bir şehir değil; bir zihin sistemiydi.</p> <p>Yazılı tabletlerde kararlar, antlaşmalar, tanrılarla yapılan dualar vardı. Ama aralarında öyle belgeler vardı ki… resmi tarih onları hızlıca geçer. Tanrılarla iletişim, gökten gelen işaretler, yeraltı geçitleri ve kozmik kehanetler. Bir başkent düşün: Yönetim binasıyla yıldız haritası aynı şey.</p> <h2>Şehir Planı mı? Hayır, Bir Kozmik Geometri</h2> <p>Hattuşa’nın planı rastgele değildir. Kutsal kapılar, Sfenksli geçitler, dev taş bloklar belirli hizalarla yerleştirilmiştir. Bugün hâlâ “niye böyle yapmışlar?” diye soran arkeologlar vardır. Ama soru belki de tersten sorulmalı: Bu yapılar fiziksel değil, frekanssal bir düzene göre mi yerleştirildi?</p> <p>Tapınakların yönleri, yıldızlarla hizalanmış olabilir mi? Yeraltı odaları, ritüeller için ses yankısını optimize eden odacıklar olabilir mi? Yoksa bu şehir, sadece görünen taşlardan mı ibaret?</p> <h2>Neden Unutuldu? Ya da Unutturuldu?</h2> <p>Hititler, yeryüzünde en eski yazılı barış antlaşmasını yapan uygarlıktır: Kadeş Antlaşması. Ama ne tuhaf… bu kadar önemli bir uygarlık, uzun süre adeta yok sayıldı. Neredeyse 19. yüzyıla kadar “Hitit” kelimesi bile ortadan silinmişti. Tarih kitapları bile onları geçerken yutkundu.</p> <p>Soru basit: Neden? Neden böyle bir uygarlık, tarihsel hafızadan kazınmak istendi?</p> <p>Cevap rahatsız edici olabilir. Çünkü Hititler, sadece bir devlet değildi. Onlar bilgiyle hükmeden, sembollerle iletişim kuran ve bazı şeyleri fazla bilen bir halktı.</p> <h2>Tabletlere Kazınmış Bilinmeyenler</h2> <p>Bugüne kadar binlerce çivi yazılı tablet Hattuşa’da çıkarıldı. Ama sadece bir kısmı çevrildi. Geri kalanları ya “önemsiz” ya da “anlaşılamaz” kategorisine alındı. Peki ya bu kategorilerin altında “tehlikeli bilgi” yatıyorsa?</p> <p>Bazı çevirmenlerin sessizce bahsettiği belgeler var: Rüya yorumlarıyla geleceğin öngörülmesi, yıldız konumlarına göre kral seçilmesi, tanrıların gökte değil, “göğe inen dağlarda” yaşaması.</p> <p>Bazı tabletlerde geçen cümleler zamanın ötesinde: “Zamanın taşları dönmeden kapı açılmaz.” Bu ne demek? Hattuşa’da zamanla çalışan kapılar mı vardı?</p> <h2>Bir Şehirden Kalanlar, Bir Medeniyetin Susturulan Sesi mi?</h2> <p>Bugün Hattuşa sessizdir. Ama sessizlik, her zaman yokluk değildir. Bazen bir şehir, toprağın altına sadece taşlarını değil; hafızasını gömer. Ve bu hafıza bir gün, bir titreşimle geri çağrılmayı bekler.</p> <p>Belki de Hattuşa, sadece bir arkeolojik alan değil… Unutulmuş bir bilinç merkezidir. Ve birileri, bu bilinci asla uyandırmamızı istemiyor.</p> <h2>Hattuşa’nın Fısıltısı: “Geri Dönün”</h2> <p>Bazı geceler, orada bulunanların anlattığına göre rüzgar farklı eser. Bazı taşlar geceleri ısı yayar, bazı kapılar sabaha kadar açık kalır. Bu sadece doğal mı? Yoksa şehir, kendini hatırlayanlara açılmak mı istiyor?</p> <p>Hattuşa, yanmıştı. Ama kül olan her şey yok olmaz. Bazen en eski bilgiler, en yavaş yanan korlarda saklanır.</p> <p>Belki de Hattuşa hâlâ yaşıyor. Sadece onu dinleyecek zihinler bulamıyor.</p>