Yaklaşık 12.000 yıl önce insanlar taşlarla avlanıyordu. 3.000 yıl sonra gökyüzünü haritalamaya başladılar. Bir elin parmaklarıyla hayvan kesen eller, yıldızların döngüsünü çözmeye başladı. Ve insanlık bir anda, bilinmesi mümkün olmayanı biliyordu.

Kimse bu sıçramayı tam olarak açıklayamıyor. Çünkü bilgi, doğrusal değil… sıçramalı olarak gelişti. Ve bu sıçrama bazen tek bir noktada, tek bir kavimde, tek bir anda gerçekleşti. Peki bu bilgi nereden geldi?

Bilgi Evrimi mi, Bilgi Aktarımı mı?

Evrimsel açıdan bakıldığında, insan beyninin bilgi üretimi yavaş ve tekrarlıdır. Ancak tarihsel kayıtlara bakıldığında, bazı dönemlerde bu süreç sanki dışsal bir müdahaleyle hızlandırılmış gibidir. Sümerler yazıyı buldu. Bir anda. Maya takvimi, hâlâ çözülememiş bir matematik sistemine dayanıyor. Bir anda ortaya çıktı. Antik Hindistan’da sıfır kavramı geliştirildiğinde, Avrupa hâlâ Roma rakamlarını tartışıyordu. Bu sadece tesadüf olabilir mi?

Gökyüzüyle Bağlantılı İlk İnsanlar

Günümüze ulaşan tüm kadim kültürlerin ortak özelliği: İlk öğretilerini “gökten gelenlerle” ilişkilendirmeleri. Sümer tabletlerinde Anunnaki, Mısır hiyerogliflerinde Ra’nın gemisi, Hint metinlerinde göksel Vimana savaşları, Orta Amerika’da Quetzalcoatl adında kanatlı varlıklar… Hepsi yukarıdan geldiğini söylüyor. Ve hepsi insanlara bilgi verdiğini iddia ediyor.

Ama bu anlatımlar, neden birbirinden habersiz kavimlerde bile birebir benzer? Eğer bu bir mitse, neden bu kadar kolektif bir mit? Yoksa insanlık, bir şeyi hatırlıyor da… anlatamıyor mu?

Göksel Müdahale mi, Genetik Uyarım mı?

Bazı teorilere göre, insanoğlunun beyninde var olan ama pasif durumda tutulan bilgi alanları dışsal frekanslarla aktive edildi. Bu, doğrudan fiziksel temasla değil… zihinsel rezonansla gerçekleşti. Tıpkı bir yazılımın kilidinin uzaktan açılması gibi. Bu durumda “bilgi” öğrenilmedi, hatırlandı.

Ve bu hatırlamanın ardından, insanlık gökten gelene tapmaya, yıldızlara göre takvim yapmaya ve “yukarısı”na ait ritüeller geliştirmeye başladı. Bu, bir teşekkür müydü? Yoksa bir kontratın parçası mı?

Bazı Bilgiler Neden Bir Anda Kayboldu?

Eğer insanlık bilgiyle “temas ettiyse”, neden o bilgi sonradan kayboldu? Atlantis, Mu, Lemurya gibi kayıp uygarlıklar neden sadece iz bırakıp yok oldu? Cevap basit değil. Bir teoriye göre bu bilgiler, sadece belirli bir frekansta tutulabilir. İnsanlık frekansını düşürdüğünde, bilgi kaybolur. Yani bilgi silinmedi… sadece erişilemez hale geldi.

Modern Bilim Bu Sıçramayı Açıklayabiliyor mu?

Hayır. Bilim tarihçileri, Mezopotamya’dan bu yana bilgi birikiminin doğrusal aktığını kabul eder. Ama Göbeklitepe gibi yerler, bu görüşü paramparça eder. Çünkü orada ne yazı var, ne tekerlek… ama göksel hizalama var. Bu sadece doğa gözlemiyle açıklanamaz. Ya bilgi çok daha eskiden vardı, ya da gökten indirildi.

Bugünkü Zeka, O Bilginin Kalıntısı mı?

Belki bugünkü bilgi sistemi, aslında geçmişin çöküntüsüdür. Bir zamanlar tek bir düşünceyle maddeyi yönlendirebilen zihinler vardıysa… bugünkü teknoloji, onların primitif bir taklidi olabilir. Yani biz şu an “yapay zekayı” geliştiriyoruz ama… belki bir zamanlar “zihin zekası” zaten vardı.

Peki Ya Bağlantı Hâlâ Aktifse?

Gökyüzüne bakmak, sadece astronomi değildir. Aynı zamanda çağrıdır. Belki bu varlıklar hâlâ izliyor. Belki sadece belirli bilinç düzeylerine sinyal gönderiyorlar. Ve belki... bu sinyaller bazı rüyalarda, bazı anılarda, bazı çocukların gözlerinde kendini gösteriyor.

Çünkü bilgi, sadece aktarılmaz… bazı zihinlerde yeniden uyanır. Ve o zihinler, nereden geldiğini söyleyemez ama… bakarlar göğe. Ve susarlar.