Sürekli daha fazlasını istiyoruz. Yeni bir telefon, daha iyi bir iş, daha büyük bir ev, daha çok beğeni Ama her yenilik, birkaç gün sonra sıradanlaşıyor.
Ve içimizde hep aynı cümle dönüp duruyor:
Bir şey eksik.
Oysa doluyuz. Etrafımız eşyayla, veriyle, insanlarla kuşatılmış durumda. Ama içimizde derin bir boşluk var.
Bu boşluğun adı: sahip olma hastalığıdır.
Sahip Olduğunu Sanmak, Aslında Olmadığını Göstermektir
İnsan, gerçekten sahip olduğu şeyi gösterme ihtiyacı duymaz. Ama bir şeye yeterince sahip olamadığında, onu sergilemeye başlar.
Sosyal medyada gösterilen mutluluk, gerçekte hissedilmeyen bir aidiyetin dışa vurumudur.
Biri sürekli sevgilisini paylaşıyorsa, bir şeyler yolunda değildir. Biri sürekli parasını konuşuyorsa, hala fakirlikten korkuyordur.
Sahip olmak artık içsel bir deneyim değil, görsel bir ispat mücadelesine dönüşmüştür.
Tatminsizlik, Sürekli Eksiklik Algısıyla Beslenir
Ne kadar çok şeye sahip olursan, eksik olanların sayısı da o kadar artar.
Çünkü sahip olmak, dış dünyayı tüketme halidir. Ama dış dünya sınırsızdır senin iç gücünse sınırlı.
Bu yüzden her sahiplik, seni biraz daha yorar. Ve sonra şöyle dersin:
Bir şeyleri başardım ama hâlâ boş hissediyorum.
İşte o boşluk, sahip olmanın değil, hiçbir şeyle bütünleşememenin yarasıdır.
Sahip Olmak, İlişki Kurmanın Yerine Geçti
İnsanlar artık sevmek istemiyor. Sahip olmak istiyorlar. Bir insana, bir ruha, bir zamana bağlanmak yerine, onu etiketlemek ve koleksiyona eklemek istiyorlar.
Bu da ilişkilerde şunu yaratıyor:
- İlişkideyim → Bu kişi benim
- Evim var → Ben güvendeyim
- Arabam var → Toplumda bir yerim var
Oysa gerçek aidiyet, kağıt üstünde değil, ruh içinde hissedilir. Ve sen bunu hissetmiyorsan, kaç tapun olursa olsun, yine yalnızsın.
Sahip Olma Hastalığı, Zihinsel Bir Virüstür
Bu virüs şunu fısıldar:
Ne kadar çok şeye sahip olursan, o kadar çok varsın.
Ve insanlar buna inanır. Daha çok eşya, daha çok network, daha çok bilgi... Ama daha az huzur.
Çünkü insan ancak kendine ait olmayanı taşıdığında yorulur. Ve gün gelir, bu sahiplik dağının altından kalkamaz.
Sahip olmak, biriktirmek değildir. Bazen bırakmak, daha büyük bir zenginliktir.
Sahip Oldukça Değil, Paylaştıkça Doyarsın
Bir şeyi sadece senin olduğunda seversen, o şey seni asla doyurmaz. Ama onu paylaştığında, bir başkasına geçtiğinde bile sende kalan olur.
O kalan; sahiplik değil, etkileşimdir. İlişki, bağ, anlam İşte tatmin burada başlar.
Ve bir gün fark edersin:
Hiçbir şeye sahip olamıyorsun. Ama bir şeye dokunabiliyorsan, o an her şeye sahipsin.<p>Sürekli daha fazlasını istiyoruz. Yeni bir telefon, daha iyi bir iş, daha büyük bir ev, daha çok beğeni Ama her yenilik, birkaç gün sonra sıradanlaşıyor.</p> <p>Ve içimizde hep aynı cümle dönüp duruyor:</p> <blockquote>Bir şey eksik.</blockquote> <p>Oysa doluyuz. Etrafımız eşyayla, veriyle, insanlarla kuşatılmış durumda. Ama içimizde derin bir boşluk var.</p> <p>Bu boşluğun adı: <strong>sahip olma hastalığıdır</strong>.</p> <h2>Sahip Olduğunu Sanmak, Aslında Olmadığını Göstermektir</h2> <p>İnsan, gerçekten sahip olduğu şeyi gösterme ihtiyacı duymaz. Ama bir şeye yeterince sahip olamadığında, onu sergilemeye başlar.</p> <p>Sosyal medyada gösterilen mutluluk, gerçekte hissedilmeyen bir aidiyetin dışa vurumudur.</p> <p>Biri sürekli sevgilisini paylaşıyorsa, bir şeyler yolunda değildir. Biri sürekli parasını konuşuyorsa, <em>hala fakirlikten korkuyordur.</em></p> <p>Sahip olmak artık içsel bir deneyim değil, <strong>görsel bir ispat mücadelesine</strong> dönüşmüştür.</p> <h2>Tatminsizlik, Sürekli Eksiklik Algısıyla Beslenir</h2> <p>Ne kadar çok şeye sahip olursan, eksik olanların sayısı da o kadar artar.</p> <p>Çünkü sahip olmak, dış dünyayı tüketme halidir. Ama dış dünya sınırsızdır senin iç gücünse sınırlı.</p> <p>Bu yüzden her sahiplik, seni biraz daha yorar. Ve sonra şöyle dersin:</p> <blockquote>Bir şeyleri başardım ama hâlâ boş hissediyorum.</blockquote> <p>İşte o boşluk, sahip olmanın değil, <em>hiçbir şeyle bütünleşememenin yarasıdır.</em></p> <h2>Sahip Olmak, İlişki Kurmanın Yerine Geçti</h2> <p>İnsanlar artık sevmek istemiyor. <strong>Sahip olmak istiyorlar.</strong> Bir insana, bir ruha, bir zamana bağlanmak yerine, onu etiketlemek ve koleksiyona eklemek istiyorlar.</p> <p>Bu da ilişkilerde şunu yaratıyor:</p> <ul> <li>İlişkideyim → Bu kişi benim</li> <li>Evim var → Ben güvendeyim</li> <li>Arabam var → Toplumda bir yerim var</li> </ul> <p>Oysa gerçek aidiyet, kağıt üstünde değil, <em>ruh içinde hissedilir.</em> Ve sen bunu hissetmiyorsan, kaç tapun olursa olsun, yine yalnızsın.</p> <h2>Sahip Olma Hastalığı, Zihinsel Bir Virüstür</h2> <p>Bu virüs şunu fısıldar:</p> <blockquote>Ne kadar çok şeye sahip olursan, o kadar çok varsın.</blockquote> <p>Ve insanlar buna inanır. Daha çok eşya, daha çok network, daha çok bilgi... Ama <em>daha az huzur.</em></p> <p>Çünkü insan ancak kendine ait olmayanı taşıdığında yorulur. Ve gün gelir, bu sahiplik dağının altından kalkamaz.</p> <p>Sahip olmak, biriktirmek değildir. Bazen bırakmak, daha büyük bir zenginliktir.</p> <h2>Sahip Oldukça Değil, Paylaştıkça Doyarsın</h2> <p>Bir şeyi sadece senin olduğunda seversen, o şey seni asla doyurmaz. Ama onu paylaştığında, bir başkasına geçtiğinde bile sende kalan olur.</p> <p>O kalan; <em>sahiplik değil, etkileşimdir.</em> İlişki, bağ, anlam İşte tatmin burada başlar.</p> <p>Ve bir gün fark edersin:</p> <blockquote>Hiçbir şeye sahip olamıyorsun. Ama bir şeye dokunabiliyorsan, o an her şeye sahipsin.</blockquote>