Bir gözün içine bak. Sonra bir hücreye. Sonra yıldızlara. Hepsi kusursuzca kodlanmış, iç içe geçmiş, ritmik bir sistemle çalışıyor. Ama bu düzenin içinde tek bir soru kalıyor: Bu sistem kendi kendine mi çalışıyor, yoksa bir “bilen el” mi var?
İnsanlık, tarih boyunca bu sorunun etrafında döndü. İnançlar kurdu, tapınaklar inşa etti, ateş yaktı, savaşlar yaptı. Ama hiçbir çağda bu sorunun cevabını kesin olarak veremedi. Çünkü yaratıcı fikri, insan aklının sınırlarının ötesine taşan bir ihtimaldi.
Ve şimdi... O ihtimalin en karmaşık dönemindeyiz. Tanrı’ya inananlar az değil, ama unutanlar daha çok.
Yaratıcı Gerçekten Var mı?
Bu soruyu sormak kolay. Ama cevabı ne mantıkla, ne duygu ile, ne de bilimle tam anlamıyla verilebilir. Çünkü “yaratıcı” denen şey, tanımı gereği sınırsızsa… Sınırlı zihinlerin onu kavraması mümkün müdür?
Ama bazı işaretler var. Örneğin: Atom altı parçacıklar arasında ölçülemeyecek bir denge, Evrenin genişleme hızında hassas bir ayar, DNA’nın nükleotid diziliminde çözülmemiş bir şifre.
Ve tüm bunların tesadüf eseri olduğunu düşünmek... Belki de inanmak kadar inanç gerektiriyor.
Yaratıcı Egolu mu, Eğlence İçin mi Yaratıyor?
Bazıları, yaratıcıyı “egolu” bir varlık olarak tasvir eder: Kurallar koyan, cezalandıran, denetleyen bir otorite. Bizi var edip sonra keyifle izleyen, acılarımızdan haz alan bir göksel güç gibi…
Ama bu, yaratıcıyı insani bir zihinle sınırlamaktır. İnsan kendi aczini, kompleksini, öfkesini Tanrı'ya yansıtır. Ve sonra ortaya öfkeli, narsist, kuralcı bir yaratıcı çıkar.
Peki ya yaratıcı hiç de böyle değilse? Ya bu yargılar, sadece bizim bakışımızın yansımasıysa?
Belki de yaratıcı, ne iyi ne kötü; sadece “ol”dur. Belki o; varlığın kendisi. Ve biz, o varlığın bilinçli yansımalarıyız.
İnsanlık Neden Birden Fazla Tanrı Uydurdu?
Tarihte binlerce tanrı vardı. Güneş tanrısı, yağmur tanrısı, aşk tanrısı, savaş tanrısı… Peki neden bu kadar çok tanrı üretildi?
Çünkü insanlar anlamak yerine sahiplenmek ister. Yaratıcıyı anlamak zor, ama onu bölmek kolaydır.
Ve her güç odağı, kendi yaratıcı versiyonunu inşa etti. Kendi yasası, kendi cenneti, kendi günahı…
Bu yüzden bugün bile bazı inançlar, yaratıcıdan çok “yönetenin” çıkarlarını temsil eder. Gerçek tanrıdan çok, politik tanrı konuşulur.
Tarihte Yaratıcının İzleri
Sümer tabletlerinde gökyüzünden gelen öğretmenler anlatılır. Antik Mısır’da yaratıcı, görünmez ama her yerde mevcut olan bir “ışık”tır. Hinduizm’de yaratıcı bir döngüyle evreni doğurur, yok eder ve yeniden yaratır. Kur’an’da “O, her an bir iş üzerindedir” denir.
Tüm bu anlatılarda ortak bir şey var: Yaratıcı “yukarıda” değil, “içimizde”dir. Ama biz onu dışarıda aradık. Gökyüzüne, dağlara, kitaplara, heykellere…
Ve belki de en büyük körlüğümüz orada başladı.
Bizi Neden Unuttular? Ya da Biz Neden Hatırlamıyoruz?
Doğduğumuzda, sanki her şeyi biliyoruz. Bir bebek, annesinin kalp ritmini tanır. Bir çocuk, hayata karşı mistik bir bağ hisseder.
Ama sonra bu bilgi, sistemli olarak silinir. Okullarda, kitaplarda, ekranlarda bize başka gerçeklikler anlatılır. Ve bu anlatılar içinde yaratıcıya “mesafe” koyulur.
Oysa yaratıcı bize uzakta değil. Belki tam içimizde. Bir DNA sarmalında. Bir duyguda. Bir sessizlik anında.
Ama biz hep koştuk. Ve o sessizliğe hiç dönmedik. Çünkü belki de onu hatırlamak, bize rahatsızlık verir.
Çünkü hatırlamak, sorumluluk getirir. Ve insan, unutmayı sever.
Yaratıcı Kim? Bir Kişi mi, Bir Sistem mi, Bir Bilinç mi?
Bazıları Tanrı’yı kişileştirir. Bazıları evrenin ta kendisi olarak görür. Bazıları yaratıcıyı bir “algoritma” gibi anlatır.
Peki ya hepsi doğruysa? Ve biz o sonsuz bilincin farklı gözleriysek?
Belki Tanrı bir kişi değil, bir varoluşsal titreşimdir. Her şeyin altında akan görünmeyen enerji. Birliği sağlayan zeka.
Ve biz, o zekânın “unutulmuş” parçalarıyız. Ama hatırlarsak... O zeka kendini yine kendinde fark eder.
Belki Tanrı’yı Aramamalı, Hatırlamalıyız
Bir yaratıcı gerçekten var mı? Evet. Ama belki biz “varlığını ararken”, kendi varlığımızı unutuyoruz.
Oysa her kalp atışı, onun yankısıdır. Her nefes alış, onun fısıltısı.
Ama belki de en büyük sır şudur: Tanrı bizi yaratmadı. Sadece hatırlamamız için “kendini” bizde var etti.
Ve belki şu an bu satırları okuyorsan… O, kendini sana hatırlatmaya çalışıyordur.